İnfantil Ezotropyada Cerrahi Başarıyı Etkileyen Faktörler
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Orijinal Makale
P: 413-418
Aralık 2013

İnfantil Ezotropyada Cerrahi Başarıyı Etkileyen Faktörler

Turk J Ophthalmol 2013;43(6):413-418
1. S. B. Elazig Egitim Ve Arastirma Hastanesi, Göz Klinigi, Elazig, Türkiye
2. S. B. Ankara Egitim Ve Arastirma Hastanesi, Göz Klinigi, Ankara, Türkiye
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
Alındığı Tarih: 21.01.2013
Kabul Tarihi: 07.02.2013
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

ÖZET

Amaç:

İnfantil ezotropyalı olgularda cerrahi başarıyı etkileyen faktörleri incelemek ve bilateral iç rektus geriletme miktarı ile konverjans ilişkisini değerlendirmek.

Ge­reç ve Yön­tem:

Kliniğimizde cerrahi uygulanan 188 infantil ezotropyalı hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Cerrahi başarı oranları, cerrahi başarıyı etkileyen faktörler ve bilateral iç rektus geriletme miktarı ile konverjans yetmezliği arasındaki ilişki değerlendirildi. Cerrahi sonrası kayma miktarının 10 prizm dioptrinin altında olması başarılı cerrahi olarak kabul edildi.

So­nuç­lar:

Çalışmaya dahil edilen 188 hastanın hastanemize başvuru yaşı 54,9±56,8 (5-276) ay, ortalama cerrahi yaşı 60,7±54,8 (7-276) ay idi. İlk cerrahi sonrası olguların %70,7’sinde, tekrarlayan cerrahiler sonrası ise %86,7’sinde başarı sağlandı. Cinsiyet, cerrahi yaş, refraksiyon kusuru, uygulanan cerrahi prosedür ve cerrahi öncesi füzyon varlığının cerrahi başarıyı etkilemediği görüldü. Cerrahi öncesi kayma miktarı yüksek olanlarda rezidü ezotropyanın, ambliyopisi olanlarda ise hem rezidü ezotropya hem de ardıl ekzotropyanın daha sık geliştiği tespit edildi. Arttırılmış bilateral iç rektus geriletmesinin cerrahi sonrası konverjans yetmezliğinde artışa neden olmadığı görüldü.

Tar­tışma:

Ambliyopi varlığı cerrahi başarıyı olumsuz etkilediğinden, cerrahiden önce saptanmalı ve tedavi edilmelidir. Cerrahi öncesi kayma açısı yüksek olanlarda ise rezidü ezotropya daha sık görülmekte ve ortoforya sağlamak için birden fazla cerrahi gerekebilmektedir. Bu olgularda arttırılmış bilateral iç rektus geriletmesi, hastayı tekrarlayan cerrahilerden kurtaran, üç veya dört kas cerrahisine tercih edilebilecek etkin ve güvenilir bir yöntemdir.

Giriş

Doğumdan sonra ilk 6 ayda ortaya çıkan infantil ezotropyada (ET), genellikle akomodatif komponentin eşlik etmediği geniş açılı stabil bir kayma söz konusudur.1 Latent veya latent-manifest nistagmus, alt oblik hiperfonksiyonu, dissosiye vertikal deviasyon ve ambliyopi sıklıkla eşlik etmektedir.2

İnfantil ET’nin asıl tedavisi cerrahi olup amaç normale yakın binoküler görme ve kozmetik olarak iyi bir görünüm sağlamaktır.2,3 Cerrahinin tipi ve zamanı ise halen tartışmalı bir konudur. Ancak yaygın olarak kabul edilen görüş iyi bir duyusal sonuç elde etmek için mümkün olduğunca erken dönemde cerrahi yapılması gerektiğidir.4,5 Cerrahi olarak simetrik bilateral iç rektus (IR) geriletmesi, tek taraflı asimetrik IR geriletmesi ve dış rektus (DR) rezeksiyonu, üç kas veya dört kas cerrahisi uygulanmaktadır.

Bu çalışmanın amacı infantil ezotropyalı olgularda cerrahi başarı oranlarını, cerrahi başarıyı etkileyen olası faktörleri ve arttırılmış bilateral IR geriletmesinin konverjans üzerine etkisini değerlendirmektir.

Gereç ve Yöntem

Kliniğimizde Ocak 1994 ve Aralık 2010 tarihleri arasında infantil ET nedeniyle cerrahi uygulanan 188 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. İnfantil ET tanısı Von Noorden’in tanı kriterleri esas alınarak konuldu (ilk 6 ayda başlayan, geniş açılı, çapraz fiksasyon gösteren, asimetrik optokinetik nistagmus, abduksiyon kısıtlılığı, alt oblik hiperfonksiyonu ve dissosiye vertikal deviasyonun eşlik edebildiği kayma). Hastaların cinsiyetleri, ilk muayene ve cerrahi yaşları, görme keskinlikleri, göz hareketleri, ambliyopi varlığı, refraksiyon kusurları, binoküler görme düzeyleri, uygulanan cerrahi işlem, cerrahi öncesi ve sonrası kayma miktarları kaydedildi. Takip süresi 6 aydan az olan ve sistemik veya nörolojik problemi olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.

Kayma açısını ölçmek için prizma örtme testi kullanıldı. Kayma açısına gözlüklü ve gözlüksüz, uzakta ve yakında ayrı ayrı bakıldı. Kooperasyonu veya fiksasyonu zayıf hastalarda ise kayma açısı Krimsky Testi ile ölçüldü.

Görme keskinliğine bakarken okul sonrası çocuklarda Snellen Eşeli, okul öncesi çocuklarda ise E Eşeli ve LEA Figürleri kullanıldı. İki göz arasında 2 sıra ve üzerinde fark olan olgular ambliyop kabul edildi. Görme keskinliği ölçümü yapılamayan küçük veya koopere olamayan çocuklarda ise ambliyopi, Monoküler Fiksasyon ve Fiksasyon Tercihi Testi ile tespit edildi. Hastanın bir gözü kapatılınca açıkta kalan göz hiç fiksasyon yapmıyorsa veya fiksasyon yapsa bile kapalı göz açılınca fiksasyonunu hemen kaybediyorsa o gözde güçlü fiksasyon tercihi ve ambliyopi olduğu düşünüldü.

Ambliyopi tespit edilen hastalara cerrahi öncesi kapama tedavisi uygulandı. Görme keskinliğine bakılarak ambliyopi takibi yapılan hastalar, zaten binoküler fonksiyonların gelişimi için kritik dönem olarak kabul edilen 24 ayın üzerindeydi. Bu nedenle bu hastalarda eğer kapama tedavisi ile görme keskinliğinde artış saptandıysa, en yüksek görme keskinliğine ulaşılana kadar kapama tedavisine devam edildi ve daha sonra cerrahi yapıldı. Üç ay kapama yapılmasına rağmen görme keskinliğinde artış olmayan hastalar ise kapama tedavisine yanıtsız kabul edilerek cerrahi planlandı. Görme keskinliği ölçülemeyen daha küçük hastalarda ise ambliyopi tedavisinin etkinliği alternasyon takibi ile yapıldı. Alternasyonu olmayan veya çok kısa süreli olan hastalarda kapama ile alternasyon sağlanır sağlanmaz cerrahi yapıldı. Cerrahi sonrası ise idame kapama tedavisine devam edildi.

Cerrahi öncesi ve sonrası dokuz kardinal bakış pozisyonunda göz hareketleri değerlendirildi. Tüm kontrollerde alt oblik hiperfonksiyonu, dissosiye vertikal deviasyon varlığı ve konverjans durumu kaydedildi. Konverjansı değerlendirirken hastanın bir fiksasyon objesine dikkatle bakması ve obje hastanın gözlerine doğru yaklaştırılırken bunu takip etmesi söylendi. Gözlerden birinin fiksasyonu kaybedip dışa kaydığı nokta konverjansın yakın noktası olup, bu mesafenin 10 cm’nin üzerinde olması konverjans yetmezliği olarak kabul edildi. Binoküler görme gözlük kullanan hastalarda gözlüğün üzerine, diğer hastalarda ise direkt göze yerleştirilen Bagolini camlarıyla değerlendirildi.

Refraksiyon kusuru, her iki göze 5 dakika ara ile 3 kez siklopentolat damlatıldıktan 30 dakika sonra değerlendirildi. Hipermetropi saptananlar derecelerine göre düşük (3,00 D ve altı), orta (3,25-5,00 D arası) ve yüksek (5,25 D ve üstü) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Yaşına göre yüksek derecede hipermetropisi olanlara bulunan değerler olduğu gibi gözlük reçetesi olarak verildi ve bu hastaların cerrahi miktarları gözlükle olan kayma miktarları üzerinden planlandı. Dilatasyon sonrası bütün hastalara ön segment ve fundus muayenesi yapıldı.

Başvuru esnasında hastada 40 prizm dioptri (PD) üzeri sabit açılı kayma varlığında, belirgin hipermetropik refraksiyon kusuru ve ambliyopi yoksa direkt cerrahi planlandı. Kayma açısının değişken olduğu hastalar ise takibe alındı ve ardışık 2 kontrolde kayma açısının aynı bulunduğu durumda cerrahi uygulandı. Eğer yüksek hipermetropik refraksiyon kusuru veya ambliyopi saptandıysa öncelikle bunlar tedavi edilerek kayma miktarındaki değişim izlendi. Yapılacak cerrahi işlem bu tedaviler sonrası yapılan son muayene bulgularına göre planlandı.

Kayma miktarı, konverjans durumu, ambliyopi varlığı ve hasta yaşı göz önünde bulundurularak hastalara bilateral simetrik IR geriletmesi, tek göze asimetrik IR geriletmesi ve DR rezeksiyonu, üç kas veya dört kas cerrahisi uygulandı. Simetrik cerrahi daha çok alternasyonu olan küçük yaş grubunda tercih edilirken, asimetrik cerrahi genellikle ambliyopisi olan 2 yaş üstü olguların ambliyop gözlerine uygulandı.

Cerrahi sonrasında hastalar 1. gün, 1. hafta, 1. ay ve 6. ay kontrollerinde değerlendirildi. Cerrahi öncesi uygulanan muayene yöntemleri tüm kontrollerde tekrarlandı. Son muayenelerinde 10 PD ve altında ezotropya veya ekzotropyası olan hastalar cerrahi olarak başarılı kabul edilirken, 10 PD üzerindeki içe kaymalar rezidü ezotropya,10 PD üzerindeki dışa kaymalar ise ardıl ekzotropya olarak değerlendirilip cerrahi başarısız gruba dahil edildi.

Bu çalışmada infantil ET’de cerrahi başarı oranları, çeşitli faktörlerin (cinsiyet, cerrahi yaşı, refraksiyon kusuru, cerrahi öncesi kayma miktarı, ambliyopi varlığı, füzyon varlığı, uygulanan cerrahi prosedür) cerrahi başarı üzerine etkisi ve bilateral IR geriletme miktarının konverjans üzerine etkisi araştırıldı.

Verilerin analizi SPSS for Windows 11.5 paket programında yapıldı. Sürekli değişkenlerin dağılımının normale yakın olup olmadığı Shapiro Wilk Testi ile araştırıldı. Tanımlayıcı istatistikler sürekli değişkenler için ortalama±standart sapma veya ortalama±standart sapma (en küçük-en büyük) olarak kategorik değişkenler ise vaka sayısı ve (%) şeklinde gösterildi. Gruplar arasında ortalamalar yönünden farkın önemliliği bağımsız grup sayısı iki olduğunda Student’s t testiyle ikiden fazla grup arasındaki farkın önemliliği ise Tek Yönlü Varyans Analizi (One-Way ANOVA) ile değerlendirildi. Sıralanabilir değişkenler Kruskal Wallis testiyle araştırıldı. Kruskal Wallis test istatistiğinin anlamlı bulunması halinde parametrik olmayan çoklu karşılaştırma testi kullanılarak farka neden olan durumlar belirlendi. Kategorik değişkenler Pearson’un Ki-Kare veya Fisher’in Kesin Sonuçlu Ki-Kare Testi ile incelendi. p<0,05 için sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.

Bulgular

Olguların 104’ü (%55,3) kız, 84’ü (%44,7) erkekti. Başvuru yaş ortalaması 54,9±56,8 (5-276) ay, cerrahi yaş ortalaması ise 60,7±54,8 (7-276) ay idi. Başvuru esnasında olguların 72’si (%38,3), cerrahi uygulama esnasında ise 48’i (%25,5) 24 ayın altındaydı. Ortalama takip süresi 47,1±33,6 (6-158) ay idi.

1. Cerrahi Başarıyı Etkileyen Faktörler

Cinsiyet

Yüz dört kız olgunun 76’sında (%73,1), 84 erkek olgunun ise 57’sinde (%67,9) cerrahi başarı sağlandı. İki grup arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,673).

Refraksiyon Kusuru

Olguların 133’ünde (%70,7) düşük, 30’unda (%16,0) orta, 10’unda (%5,3) yüksek derecede hipermetropi, 15’inde (%8,0) 3,00 D’nin altında miyopi saptandı. Düşük derecede hipermetropisi olanların %69,2’sinde, orta derecede hipermetropisi olanların %73,3’ünde, yüksek derecede hipermetropisi olanların %80,0’inde, miyopisi olanların ise %73,3’ünde cerrahi başarı sağlandı. Cerrahi öncesi mevcut refraksiyon kusurunun cerrahi başarıyı etkilemediği görüldü (p=0,443).

Cerrahi Yaş
Cerrahi başarı sağlanan olgularda cerrahi yaş ortalaması 57,6±51,6 ay, rezidü ezotropya gelişenlerde 68,4±63,6 ay, ardıl ekzotropya gelişenlerde ise 64,8±67,2 ay idi (p=0,449). Yirmi dört ayın altında cerrahi yapılanların %70,8’inde, 24 ayın üzerinde cerrahi yapılanların ise %70,7’sinde başarı sağlandı. Her iki grupta da cerrahi başarı oranları istatiksel olarak benzer bulundu (p=0,755).

Füzyon Varlığı

Cerrahi öncesi Bagolini Testi’ne 76 (%40,4) olgu yanıt verdi. Bunlardan füzyon saptanan 27 olgunun 22’sinde (%81,5), füzyon saptanmayan 49 olgunun ise 32’sinde (%65,3) cerrahi başarı sağlandı ve arada istatiksel anlamlı fark bulunmadı (p=0,182).

Cerrahi Tipi

Yüz elli dokuz (%84,6) olguya bilateral simetrik IR geriletmesi, 25 (%13,3) olguya tek göze asimetrik IR geriletmesi ve DR rezeksiyonu, 3 (%1,6) olguya üç kas cerrahisi, 1 (%0,5) olguya da dört kas cerrahisi uygulandı.

Bilateral IR geriletmesi yapılanlarda %71,7, tek göze geriletme-rezeksiyon yapılanlarda ise %60,0 cerrahi başarı sağlandı. İki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0,224).

Kayma Miktarı

Ortalama kayma miktarı 45±12,8 (20-85) PD olup olguların 73’ünde (%38,8) 20-40 PD arasında, 101’inde (%53,7) 45-60 PD arasında ve 14’ünde (%7,5) 60 PD’nin üzerinde kayma mevcuttu. 20-40 PD kayması olanların %15,1’inde, 45-60 PD kayması olanların %33,7’sinde, 60 PD üzerinde kayması olanların ise %35,7’sinde rezidü ezotropya geliştiği görüldü (Tablo 1). Cerrahi öncesi kayma miktarı arttıkça, rezidü ezotropya gelişme oranlarının da istatiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı tespit edildi (p=0,016).

Ambliyopi Varlığı

Cerrahi başarı sağlananların %32,2’sinde, rezidü ezotropya gelişenlerin %54,0’ünde, ardıl ekzotropya gelişenlerin ise %80,0’inde cerrahi öncesi ambliyopi saptandı (Tablo 2). Başarılı gruba kıyasla başarısız olan diğer iki grupta ambliyopinin daha sık görüldüğü ve bunun istatiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi (p=0,007 ve p=0,046).

2. İlk Cerrahi ve Tekrarlayan Cerrahiler Sonrası Başarı Oranı

İlk cerrahi sonrasında 133 (%70,7) olguda başarı sağlanırken, 50 (%26,6) olguda rezidü ezotropya (19’unda 11-20 PD arası, 26’sında 21-40 PD arası, 5’inde 40 PD üstü), 5 (%2,7) olguda ardıl ekzotropya gelişti. Rezidü ezotropya gelişen 34 olguya ortalama 25,8±20,4 (4-84) ay sonra ikinci cerrahi yapıldı. İkinci cerrahi sonrası ise 27 olguda başarı elde edilirken, 5 olguda rezidü ezotropyanın devam ettiği, 2 olguda ise ardıl ekzotropya geliştiği gözlendi. Rezidü ezotropyası devam eden olguların 2’sinde üçüncü cerrahi ile başarı sağlanırken, 2 hasta durumundan memnun olduğu için üçüncü cerrahiyi kabul etmedi, 1 hasta ise kendi isteğiyle takipten çıktı. İkinci cerrahi sonrası ardıl ekzotropya gelişen olguların 1’inde üçüncü cerrahi ile başarı sağlanırken, 1’i takibe alındı. İlk cerrahi sonrası ardıl ekzotropya gelişen (2-48 ay sonra) 5 olgunun 2’sinde ikinci cerrahi ile başarı sağlandı, üç olgu ise takibe alındı. Bu 5 olgunun 4’ünde cerrahi öncesi ambliyopinin olduğu ve 2’sine 6 mm, 1’ine 8 mm bilateral İR geriletmesi, 2’sine ise İR geriletmesiyle birlikte DR rezeksiyonu yapıldığı saptandı. Sonuç olarak ilk cerrahi sonrası %70,7 olan başarı oranının, tekrarlayan cerrahiler sonrası %86,7’ye yükseldiği görüldü (Tablo 3).

3. Cerrahi Tipi ve Miktarının Konverjans Üzerine Etkisi

Bilateral IR geriletmesi yapılan 159 hastanın 19’unda (%11,9), IR geriletme-DR rezeksiyonu yapılan 25 hastanın 5’inde (%20,0) cerrahi sonrası konverjans yetmezliği geliştiği ve iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark olmadığı görüldü (p=0,329).

Bilateral IR geriletmesi yapılan hastalardan ise 6 mm ve altı geriletme yapılan 86 hastanın 8’inde (%9,3), 6,5-7 mm geriletme yapılan 48 hastanın 7’sinde (%14,6), 7,5-8 mm geriletme yapılan 25 hastanın 4’ünde (%16,0) konverjans yetmezliği geliştiği saptandı (Tablo 4). Geriletme miktarının artmasıyla konverjans yetmezliği gelişme oranındaki artış istatiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0,528).

Tartışma

İnfantil ET nörolojik olarak sağlıklı çocuklarda, binoküler fonksiyonların gelişimi için kritik dönem olarak kabul edilen ilk 6 ayda ortaya çıkar. Çocukluk çağı ezotropyalarının %8,1’ini oluşturur.6 Her iki cinste eşit oranda görülür. Bizim olgularımızın da %55,3’ü kız, %44,7’si erkekti.

Genellikle akomodatif komponentin bulunmadığı hafif ve orta derecede hipermetropi eşlik eder. Doğumsal Ezotropya Gözlem Çalışması’nda7 infantil ezotropyalı olguların %20’sinde 3,00 D üzeri hipermetropi, %12’sinde 4,00 D üzeri hipermetropi ve %10’unda ise miyopi izlenmiştir. Mutti ve ark.’nın8 ise 288 normal infantta refraksiyonu değerlendirdiği çalışmada bu oranlar sırasıyla %21, %8 ve %3 olarak bulunmuş ve infantil ezotropyalı olguların normal infantlarla benzer refraksiyon kusurlarına sahip olduğu görülmüştür. Bizim çalışmamızda da olguların çoğunda (%70,7) 3,00 D ve altı hipermetropi saptandı ve mevcut refraksiyon kusurunun cerrahi başarıyı etkilemediği görüldü.

İnfantil ET’nin asıl tedavisi cerrahi olup amaç cerrahi sonrası ortoforya ve normale yakın binoküler görme sağlamaktır. Spontan iyileşen vakalar bildirilmiş olsa da, hekimlerin büyük kısmı cerrahiyi tedavide ilk seçenek olarak düşünür.9,10 Doğumsal Ezotropya Gözlem Çalışması’nda11 %27 oranında spontan düzelme bildirilmiş, bu olguların da çoğunda kaymanın değişken veya ara ara olduğu saptanmıştır. Aynı çalışmada, 2,5 aydan büyük bebeklerde en az iki muayenede 40 PD’den fazla ezotropyası olan ve +3,00 D’den az refraktif kusuru olanlarda, ezotropyanın kendiliğinden düzelmeyeceği ve erken cerrahinin uygulanabileceği bildirilmiştir. Bizim olgularımızın da hiçbirinde spontan iyileşme görülmedi ve tümüne cerrahi uygulandı. Bunun olguların kliniğimize ilk başvuru yaşlarının ileri (ortalama 54 ay) ve kayma miktarının yüksek (ortalama 45 PD) olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Ayrıca yapılan bir çalışmada erken yaşta daha fazla olmakla birlikte infantil ET’li olgularda kayma açısının yüksek oranda değişkenlik gösterdiği (%46) ve bunun cerrahi başarıyı nasıl etkilediğinin araştırılması gerektiği vurgulanmıştır.12 Birch ve ark.13 ise cerrahi öncesi kayma açısı sabit olan ve olmayan olgularda, cerrahi sonrası motor ve duyusal sonuçların uzun dönemde benzer olduğunu ve bu nedenle cerrahi öncesi sabit kayma açısı için beklemeye gerek olmadığını bildirmişlerdir. Bizim çalışmamızda ise tüm olgularda en az ardışık iki kontrolde kayma açısının sabit olduğu görüldükten sonra cerrahi uygulandığı için böyle bir değerlendirme yapılamadı.

İyi bir motor ve duyusal füzyon sağlamak için cerrahinin ne zaman yapılması gerektiği halen tartışma konusudur. Birçok çalışmada erken (24 aydan önce) ve çok erken (6 aydan önce) cerrahi ile binoküler fonksiyonlarda daha iyi sonuçlar elde edildiği ve mümkün olan en erken dönemde cerrahi yapılması gerektiği öne sürülmüştür.14-18 Bunun aksine bazı çalışmalarda da erken cerrahi tedavi ile kazanılan binoküler sonucun genellikle ince stereopsis kabiliyetinden yoksun olduğu ve cerrahi yaşın binoküler fonksiyonların gelişimini anlamlı olarak etkilemediği gösterilmiştir.19,20 Ayrıca bazı cerrahlar erken yaşta kayma miktarı net değerlendirilemediğinden,21,22 ardıl ekzotropya gelişme oranı daha fazla olmasına rağmen binoküler fonksiyonların gelişmesi açısından arada anlamlı fark olmadığından23 geç dönem cerrahiyi önermektedirler. Bizim çalışmamızda ise hastalar geç yaşta (ort. 54 ay) bize başvurdukları için cerrahi de geç dönemde (ort. 60 ay) uygulanabildi. Cerrahi sonrası motor başarı açısından erken ve geç cerrahi uygulananlar arasında anlamlı fark saptanmadı. Ancak infantil ezotropyanın tedavisinde amaç sadece iyi bir kozmetik görünüm sağlamak değildir. Binoküler fonksiyonlarda da daha iyi sonuçlar elde etmek için mümkün olan en erken dönemde cerrahi yapılmasının doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.

İnfantil ET’de kayma açısı genellikle 30 PD’nin üzerindedir.5 Kayma miktarı arttıkça cerrahi sonrası rezidü ezotropya gelişme oranı ve buna bağlı olarak uygulanan cerrahi miktarı artmaktadır. Ayrıca kayma açısı yüksek olan olgularda cerrahların standart iki kas cerrahisi ve standart geriletme miktarlarının üzerine çıkma konusunda çekingen davranmaları rezidü ezotropya oranını daha da arttırmaktadır. Louwagie ve ark.24 infantil ET nedeniyle cerrahi geçirmiş 130 olguluk retrospektif çalışmasında cerrahi öncesi yüksek kayma açısının ve erken yaşta cerrahinin ikinci cerrahi için risk faktörü olduğu saptamıştır. Başka bir çalışmada ise kayma miktarı yüksek olanlarda daha fazla oranda rezidü ezotropya geliştiği bulunmuştur.25 Bizim çalışmamızda da cerrahi öncesi kayma miktarı ortalama 45 PD (20-85) olup, kayma miktarı arttıkça rezidü ezotropya oranlarının da istatiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı görüldü (20-40 PD arasında %15,1, 45-60 PD arasında %33,7, 60 PD’nin üzerinde %35,7). Dolayısıyla kayma açısı yüksek olan olgularda gereken cerrahi miktarlar uygulanmalı, buna rağmen tek cerrahi ile yeterli düzelme sağlanamayıp birden fazla cerrahiye ihtiyaç duyulabileceği önceden öngörülmeli ve bu durum cerrahi öncesi ailelere izah edilmelidir.

Cerrahi öncesi ambliyopi varlığının cerrahi başarıyı olumsuz yönde etkilediği konusunda fikir birliği mevcuttur. Keenan ve ark.26 cerrahi öncesi ambliyopisi devam eden olgularda başarı oranlarını ambliyopisi tedavi edilenlere göre daha düşük bulmuştur. Başka bir çalışmada da ambliyopisi olan olgularda cerrahi sonrası daha fazla oranda rezidü ezotropya geliştiği, ayrıca ambliyopinin derecesi arttıkça cerrahi başarının azaldığı gösterilmiştir.25 Bizim çalışmamızda ise olguların %39,4’ünde ambliyopi saptandı. Rezidü ezotropya ve ardıl ekzotropya gelişenlerde ambliyopi oranının cerrahi başarılı gruba göre daha fazla olduğu tespit edildi (sırasıyla %54,0, %80,0, %32,2). Bu nedenle ambliyopi varlığı mutlaka araştırılmalı, varsa cerrahi öncesi tedavi edilmeli ve cerrahi sonrası da tedaviye yeterli süre devam edilmelidir.

İnfantil ET tedavisinde tartışmalı olan bir konu da uygulanacak cerrahi teknik ve miktarıdır. Çoğu cerrah rezeksiyon ameliyatının geri dönüşümsüz bir işlem olması ve gelişme çağındaki çocuklarda henüz gelişimini tamamlamamış dış rektusa zarar verilebileceği düşüncesiyle bilateral simetrik IR geriletmesini önermektedir.3,27 Aynı zamanda bu prosedürde cerrahi uygulanmayan dış rektus kası, daha sonra gerektiğinde ikinci cerrahi müdahalede kullanılabilmektedir. Bazı cerrahlar ise bilateral IR geriletmesini standart cerrahi olarak kabul etmekle birlikte, geri dönüşümsüz ambliyopisi olan ileri yaş olgularda alternasyonu olmayan ambliyop göze asimetrik IR geriletme-DR rezeksiyonunu tercih etmektedir.28 Bradburg ve ark.29 bilateral IR geriletmesi ile geriletme-rezeksiyon ameliyatlarını kıyasladıkları çalışmasında bilateral IR geriletmesinin daha iyi sonuç verdiğini (%50,7’e karşı %36,7), Önal ve ark.30 ise bunun aksine tek taraflı geriletme-rezeksiyon ameliyatı sonuçlarının daha iyi olduğunu bildirmişlerdir. Bazı çalışmalarda ise iki cerrahi arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır.31-33 Bizim çalışmamızda da bilateral IR geriletmesi yapılanlarda %71,7, geriletme-rezeksiyon yapılanlarda ise %60,0 başarı sağlandı ve arada istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,224). Bilateral IR geriletmesi daha başarılı gibi görünse de bunun, bu gruptaki hasta sayısının diğer gruptan belirgin olarak daha fazla olmasından kaynaklandığı düşünüldü.

Geleneksel olarak önceleri iç rektusa maksimal geriletmenin 5 mm olması gerektiği düşünülmüş, fazla geriletmenin addüksiyonda yetersizlik, konverjans zayıflığı ve ardıl ekzotropyaya yol açacağı öne sürülmüştür.34,35 Ancak geniş açılı kayması (50 PD üzeri) olan infantil ET’li olgularda, cerrahi sonuçların tatmin edici olmaması üzerine arttırılmış bilateral IR geriletmesi (5 mm üzeri) gündeme gelmiştir. Arttırılmış bilateral IR geriletmesi, ilk olarak Hess ve ark.36 tarafından tanımlanmış ve geniş açılı kaymalarda etkin ve güvenilir bir yöntem olduğu öne sürülmüştür. Szmyd ve ark.37 ise 50 PD’nin üzerinde kayması olan ve 6-7 mm bilateral IR geriletmesi yaptıkları infantil ET’li olgularda %91 başarı sağlamış ve bu cerrahinin üç ve dört kas cerrahisine tercih edilebileceğini savunmuşlardır. Arttırılmış bilateral IR geriletmesi ile Nelson ve ark.38 %83,5, Weakley ve ark.39 %61, Damanakis ve ark.40 ise %75 başarı sağlamışlar ve cerrahi sonrası belirgin içe bakış kısıtlılığı ve konverjans yetmezliği gelişmediğini bildirmişlerdir. Oral ve ark.’nın 41 benzer çalışmasında da kısa dönem sonuçların başarılı olduğu gösterilmiştir. Sanaç ve ark.42 ise 6-7 mm geriletme uyguladıkları ve ortalama 46 ay takip ettikleri 43 olguda %65,1 başarı sağlamış, ancak 4 (%9) hastada cerrahiden 1 ile 5 yıl sonra konverjans yetmezliği geliştiğini görmüşlerdir. Diğer çalışmalarda böyle bir bulgu saptanmamasının takip sürelerinin kısa olmasından kaynaklandığını ve bu hastalarda yıllar sonra konverjans yetmezliği gelişebileceği için uzun süreli takip edilmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bizim çalışmamızda da, 6 mm ve altı geriletme yapılan 86 olgunun 8’inde (%9,3), 6,5-7 mm geriletme yapılan 48 olgunun 7’sinde (%14,6), 7,5-8 mm geriletme yapılan 25 olgunun 4’ünde (%16,0) konverjans yetmezliği geliştiği saptandı ve farkın istatiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü. Bu olgular ortalama 51 ay takip edilmesine rağmen aralarında anlamlı fark görülmemesi, arttırılmış bilateral IR geriletmesinin güvenilir bir yöntem olduğunu göstermektedir. Yine de bu sonuçların, takip süresinin uzun ve gruplardaki hasta sayısının birbirine daha yakın olduğu çalışmalarda değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Sonuç olarak infantil ET’de cerrahi ile tatmin edici kozmetik sonuçlar elde edilmekte ve bazı faktörlere dikkat edildiği zaman bu başarı oranları artmaktadır. Bunlardan biri olan ambliyopi varlığı cerrahi öncesi mutlaka saptanmalı ve tedavi edilmelidir. Kayma açısı yüksek olgularda ise rezidü ezotropya gelişme riski daha fazla olduğundan cerrahi miktarı iyi hesaplanmalıdır. Bu olgularda arttırılmış bilateral iç rektus geriletmesi, hastayı ek cerrahilerden ve daha fazla sayıda kasa müdahaleden koruyan güvenilir bir yöntem olarak görülmektedir. Ancak yüksek cerrahi miktarlara rağmen bu tür olgularda başarı sağlamak için birden fazla cerrahiye ihtiyaç duyulabileceği bilinmeli ve aileler bu konuda bilgilendirilmelidir.