Editörden
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Editörden
P: 0-0
Ocak 2017

Editörden

Turk J Ophthalmol 2017;47(1):0-0
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

Bir bakışta 2017 yılı 1. sayı;

Dergimizin bu sayısında, bilginin evrensel paylaşımına katkıda bulunmak amacıyla, ülkemizde görev yapan ve bilimin gelişmesi adına çaba gösteren göz doktorlarının çalışmalarından seçtiğimiz 6 özgün araştırma, 1 derleme ve 5 olgu sunumu yer almaktadır.

Çocukluk çağı glokomlarında göz içi basıncının (GİB) doğru ölçümü tanı ve tedavide büyük önem taşımaktadır. Pediatrik hastalarda GİB’nin değerlendirilmesinde, hastanın uyum güçlüğü nedeniyle zorluklar yaşanmakta ve çeşitli aletler ile farklı sonuçlar alınabilmektedir. Eraslan ve ark., pediatrik hastalarda Tono-Pen (TP), Goldman Aplanasyon Tonometresi (GAT) ve Non-kontakt Tonometre (NKT) ile yapılan GİB ölçümlerin karşılaştırılmasının amaçlandığı çalışmalarında, yaşları 5 ile 17 arasında değişen ve uyumluluğu iyi olan hastalarda poliklinik şartlarında oturur pozisyonda göz tansiyonu ölçümü yapmışlardır. Çalışma sonucunda TP’nin GAT’ye göre daha düşük, NKT’nin ise daha yüksek değerler verdiğini saptanmışlar ve hastaların değerlendirilmesinde bu farklılıkların göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamışlardır (bakınız sayfa 1-4).

Güngör ve ark., tek taraflı psödoeksfoliyasyon (PE) sendromlu olguların, sağlıklı olduğu varsayılan diğer gözlerinde PE sendromunun erken belirtilerini biyomikroskop ve gonyoskopi yöntemlerini kullanarak araştırmayı amaçlamışlar; alt açıda pigmentasyon ve Sampaolesi cizgisi saptanmasının PE ile ilişkili erken bulgular gibi gözüktüğünü bildirmişlerdir (bakınız sayfa 5-8).

Kedi tırmığı hastalığı (KTH) gram negatif zoonotik bir basil olan Bartonella henselae’nin neden olduğu sistemik bir hastalıktır. En sık gözlenen klinik tutulum şekli bölgesel lenfadenopati (LAP) ile birlikte grip benzeri hastalık şeklinde belirtilerle seyreden lenfoid KTH olmakla beraber hastalık nadir olarak dissemine seyir gösterebilir. Dissemine KTH’de göz en sık tutulan non-lenfoid organdır. Oray ve ark.,’nın sundukları bu çalışmada; KTH’ye bağlı oküler tutulumun sadece nöroretinit veya optik nörit ile değil ayrıca yüzeyel retinal infiltratlar, retinal arter oklüzyonları veya endoftalmi tablosu ile de karşımıza cıkabileceği, bu nedenle hastalığın tanısında kedi teması öyküsünün ve Bartonella henselae serolojisinin önemli olduğu vurgulanmıştır (bakınız sayfa 9-17).

Kıvanç ve ark., Türkiye’nin endüstrileşmiş bir bölgesindeki işe bağlı açık glob yaralanmalarının demografik özelliklerini ve klinik sonuçlarını değerlendirdikleri çalışmalarında, bu tür göz yaralanmalarının yaklaşık yarısının görme bozukluğu veya körlükle sonuçlandığını tespit etmişlerdir. Bu durumun işçi, ailesi, işvereni ve topluma maddi, sosyal ve psikolojik yük getirdiğine dikkat çeken yazarlar, iş kazalarını önlemek için işçi ve işverenlerin koruyucu önlemler hakkında eğitilmesinin gerekli olduğunu belirtmişlerdir (bakınız sayfa 18-23).

Reprodüktif çağdaki kadınlarda en sık görülen endokrinopati olan polikistik over sendromu (PKOS) overian hiperandrojenemi olarak da anılan bir sendromdur. Son yıllarda dişi seks steroidlerinin sistemik etkilerin yanı sıra oküler etkilerinin de olduğu saptanmıştır. Bu noktadan hareketle, Adıyeke ve ark., PKOS tanılı hastaların ön segment bulgularını inceledikleri ve bunları benzer yaş grubunda sağlıklı kadınlarla karşılaştırdıkları çalışmalarında, PKOS olgularında kontrol grubuna göre santral kornea kalınlığı ve gözyaşı fonksiyon bozukluğunun anlamlı oranda yüksek olduğunu tespit etmişlerdir (bakınız sayfa 24-27).

Dergimizin bu sayısında yer alan bir diğer özgün çalışmada Çömez ve ark., miyopik ve hipermetropik anizometropisi olan hastaların ambliyopik olan ve ambliyopik olmayan gözlerinin optik koherens tomografi (OKT) ile ölçülen retina ve optik disk özelliklerini karşılaştırmışlar ve gözler arasında ortalama retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığı, maküla kalınlığı, maküler hacim ve optik disk alanı parametrelerinde anlamlı fark bulunmadığını tespit etmişler, dolayısı ile ambliyopik sürecin RSLT, maküla veya optik disk üzerinde belirgin bir etkisi olmadığı sonucuna varmışlardır (bakınız sayfa 28-33).

Çeliker ve ark., diyabetik retinopatide panretinal fotokoagülasyon uygulamalarında çok noktalı lazerlerin (ÇNL), konvansiyonel lazerler ile etkinlik ve yan etkiler yönünden karşılaştırılmasını konu alan derleme yazılarında, ÇNL ile daha az retinal doku hasarı, daha az ağrı ve artan hasta konforu bildirildiğine dikkat çekmişler, bunun yanında kısa sureli ÇNL ile tek seansta tedavi edilen hastaların etkinlik acısından takip edilmesi ve gerekirse ek tedavi yapmaktan çekinilmemesi gerektiğini bildirmişlerdir (bakınız sayfa 34-41).

Dergimizde yer alan olgu sunumlarından ilkinde Şimşek ve ark., Rituksimab tedavisini uyguladıkları aktif Graves Orbitopati ve Psoriasisli bir olguyu paylaşmışlar; tedavi sonrası hastalığa ait enflamatuvar bulguların gerilediğini, bununla birlikte propitozisde değişiklik olmadığını bildirmişlerdir. Yazarlar günümüzde uygulanmakta olan tedavi yaklaşımlarının hastaların üçte birinde etkili olmadığına dikkat çekerek B hücrelerinde bulunan CD20 antijenine karşı geliştirilmiş monoklonal antikor olan Rituksimab’ın Graves orbitopati tedavisinde alternatif bir yöntem olarak ümit verdiğini belirtmektedirler (bakınız sayfa 42-46).

İkinci olgu sunumu; şaşılık cerrahisi sonrası gelişen önemli komplikasyonlardan biri olan ön segment iskemisi olgusu ile ilgilidir. Göçmen ve ark., trafik kazası sonucunda sağ gözde içe kayma şikayetiyle başvuran 46 yaşında erkek hastaya, altıncı sinir paralizisi tanısıyla travma sonrası 18. ayda sağ iç rektus geriletmesi, birinci ameliyattan 10 ay sonra ise üst rektus ve alt rektus tam tendon transpozisyonu (Foster sütürü ile) uygulamışlar, fakat ameliyat sonrası ön segment iskemisi bulguları ile karşılaşmışlardır. Yazarlar, topikal ve sistemik kortizon tedavisi sonrası hastanın birinci ayda hafif pupil düzensizliği dışında patolojik bir bulgusunun kalmadığını bildirmişler fakat fitizis bulbiye kadar gidebilecek olası sonuçların önemini de dikkat çekmişlerdir (bakınız sayfa 47-51).

Dergimizin bu sayısında yer alan diğer bir travma ile ilgili araştırmada Arıcı ve ark., kurşun kalem ile göz travması olan 3 çocuk hastayı tanımlamışlardır. Birinci olguda korneal yaralanma stroma düzeyinde lameller kalmış; ikinci olguda kurşun kalem korneayı perfore ederek irise temas etmiş, üçüncü olguda kurşun kalem ucu kornea ve irisi perfore edip, zonüllerden vitreusa uzanmıştır. Olgu 2 ve 3’de kurşun kalem cerrahi ile çıkarıldıktan sonra intrakamaral triamsinolon ve ek olarak topikal antienflamatuvar ve sikloplejik ajanlar uygulanmış; yapılan tedavi sonrası tüm olgularda olumlu sonuç alınabildiği bildirilmiştir (bakınız sayfa 52-55).

Literatürde, çocukluk çağında başlayan ve spontan olarak iyileşen az sayıda Optik Pit Makülopatisi (OP-M) olgusu bildirilmiştir. Bayar ve ark., OP-M saptanan ve tedavisiz iyileşme gösteren 6 yaşında bir çocuk hastayı paylaşarak nadir görülen bu klinik tabloya ve hastalığın spontan gerilemesine dikkat çekmişlerdir (bakınız sayfa 56-58).

Son olgu sunumunun konusu olan Susac sendromu, ensefalopati, sensorinöral işitme kaybı ve retinal arter dal tıkanıklığı üçlemesi ile karakterize oldukça nadir görülen bir hastalıktır. Kola ve ark., yine pediatrik bir olguda, bulgularının farklı zamanlarda ortaya çıkabilmesi nedeniyle tanı koymakta güçlük çekilen bu sendromun tanısına, OKT yardımıyla retinal lezyonların ortaya çıkarılmasıyla ulaştıklarını bildirmektedirler (bakınız sayfa 59-62).

Saygı ve sevgilerimizle,
Editöryel Kurul Adına
Dr. Tomris Şengör