Diyabetik Makula Ödemi ve Tedavi Yaklaşımları
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Derleme
P: 53-60
Ocak 2012

Diyabetik Makula Ödemi ve Tedavi Yaklaşımları

Turk J Ophthalmol 2012;42(1):53-60
1. Yeditepe Üniversitesi Tip Fakültesi, Göz Hastaliklari Anabilim Dali, Istanbul, Türkiye
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
Alındığı Tarih: 02.08.2011
Kabul Tarihi: 14.10.2011
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

ÖZET

Diyabetik makula ödemi toplumda sık rastlanılan görme kaybı nedenlerinin başında gelmektedir. Makula ödeminin patogenezinde birçok faktör rol oynamaktadır. Laser fotokoagülasyonu makula ödeminde standart tedavi kabul edilmekle beraber birçok olguda laser tedavisine cevap alınamamaktadır. Laser tedavisi dışında başka tedavi seçeneklerinden de bahsedilmektedir. Bu derlemede diyabetik makula ödeminin etyolojisi, patogenezi, tedavi seçenekleri ve bu konudaki son gelişmeler tartışılmaktadır. (Turk J Ophthalmol 2012; 42: 53-60)

Giriş

Diabetes mellitus, milattan önce (M.Ö.) 16. yüzyıldan beri bilindiği düşünülen ve mısır papirüslerinde bile tarif edilen bir hastalıktır. Diabetes terimi ilk defa Kapadokyalı Araetus tarafından M.Ö. 2. yüzyılda kullanılmış; 1675 yılında hastalarının idrarındaki tatlılığı keşfeden İngiliz Dr.T.Willis “mellitus” kelimesini eklemiştir. 1857’de Dr.C.Bernard tarafından karaciğerin glukogenezdeki rolü ve fazla glukozun diabetes mellitus ile ilişkisi; 1889’da ise Mering ve Minkowski tarafından pankreasın diabetes mellitus patogenezindeki rolü bulunmuştur. 1921’de insülinin keşfedilmesi ve 1955’te ilk oral antidiyabetiklerden tolbutamide ve carbutamide’in bulunması ile diabetes mellitus’un tedavisi mümkün olmuş ve hastaların yaşam beklentileri uzamaya başlamıştır. 1940 yılında ilk defa diabetes mellitus’un böbrek ve gözle ilişkili uzun dönem komplikasyonları arasında bağlantı kurulmuştur.1

Toplumda sık rastlanan ve gözde başta diyabetik retinopati olmak üzere çeşitli patolojilere sebep olan bu hastalığın prevalansı Dünya Sağlık Örgütü ( World Health Organisation, WHO) verilerine göre 2000 yılında %2,8 olup 2030 yılında %4,4 olması beklenmektedir. Bu orana göre dünya üzerinde halen 171 milyon diabetes mellitus hastası bulunmaktadır.2 Türk toplumunda da 1999 yılında diabetes mellitus oranı %7,2 iken, 2010 yılında bu sıklık %13,7'ye yükselmiştir.3 Gelişmiş ülkelerde diyabetik retinopati ve diyabetik makula ödemi (DMÖ) çalışan yaş grubunda rastlanılan görme kaybı nedenlerinin başında gelmektedir.

Diabetes mellitus’lu hastalarda neden makula ödemi gelişmektedir? Bu patolojik değişikliğin oluşmasında çeşitli faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Makulanın retina katmanlarında retinanın diğer bölgelerine göre daha fazla sayıda hücre (fotoreseptör) bulunmaktadır ve bu hücrelerin metabolik aktivitesi daha fazladır. Henle tabakasının santral foveadan laterale doğru uzanması, ödem oluşumunu kolaylaştıran bir histolojik özelliktir. Santral avasküler zonun varlığı ve bu bölgedeki kapiller damar azlığı, sıvı ve metabolitlerin emilimini güçleştirmektedir.4

Diyabetik retinopati ve DMÖ epidemiyolojisi hakkında en önemli bilgileri veren “Wisconsin Epidemiologic Study of Diabetic Retinopathy” (WESDR)’ye göre 15 yıllık bilinen diabetes mellitus’u takiben DMÖ prevalansı Tip I diabetes mellitus’ta yaklaşık %20, insülin kullanan Tip II diabetes mellitus’lu hastalarda %25, insulin kullanmayan Tip II diabetes mellitus’lu hastalarda ise %14 olarak bildirilmiştir.5

Hiperglisemi diyabetik retinopati patogenezinde 2 yoldan rol oynamaktadır. Sorbitol, ilerlemiş glikasyon son ürünleri (Advanced Glycation Endproducts, AGE) ve reaktif oksijen türevleri (Reactive Oxygen Species, ROS) gibi glukoz metabolizma ürünleri retina damarlarında endotel hücre ve perisit disfoksiyonu / apoptozisine sebep olur. Bu olayların sonucunda kan retina bariyeri bozularak doku hipoksisi meydana gelir. Doku hipoksisi ve ayrıca protein kinaz C (PKC), mitojen aktive protein kinaz (MAPK) gibi intrasellüler mediatörler transkripsiyon faktörlerini etkileyerek vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF), TNF-α, endotelin-1 gibi sitokinlerin salgılanmasını, adezyon moleküllerinin artışını tetikler. Tüm bu olaylar zinciri neovaskülarizasyon ve makula ödeminin gelişmesine sebep olur.4,6

DMÖ‘nün gelişiminde diabetes mellitus’un süresi, glisemik kontrol, hipertansiyon, hiperkolesterolemi, mikroalbüminüri, proteinüri, hamilelik, plazma interleukin-6 düzeyi gibi sistemik faktörler ayrıca diyabetik retinopatinin evresi ve posterior vitre dekolmanının gelişmemiş olması gibi oküler faktörler etkilidir. Tanıda klinik muayenenin yanı sıra fundus renkli fotoğrafı, fundus floresein anjiografisi (FFA), optik koherens tomografisi (OKT) ve retina kalınlık analizörü gibi görüntüleme yöntemlerinden faydalanılır. FFA’da fokal sızıntı, diffüz sızıntı, diffüz-kistoid sızıntı veya iskemi görülebilir. OKT’de ödemin fokal, diffüz, kistoid yapısı ayrıca vitreomaküler traksiyon olup olmadığı değerlendirilir.
DMÖ morfolojik, kaynağına göre, OKT temelli ve klinik olarak sınıflandırılabilir.7,8

A. Morfolojik Sınıflama
• Fokal DMÖ: arka kutupta mikroanevrizmalardan sızıntı, lokalize retina kalınlaşması ve sert eksüdalarla karakterizedir (Resim 1a,b,c).
• Diffüz DMÖ: sert eksüdalar görülmez, OKT’de kistoid boşluklar görülür, bilateral simetriktir. Spontan olarak kaybolabilir ve sistemik faktörlerle ilişkilidir. (Resim 2a,b,c)
• Traksiyonel

B. Makula Ödeminin Kaynağına Göre Sınıflama
• Fokal DMÖ: Mikroanevrizma ve lokalize kapiller genişlemelerden kaynaklanan eksüdatif sızıntılar fokal DMÖ’ni oluşturur. Kalınlaşmış fokal retina alanları ve bu alanların yakınında sert eksüdalar görülür. FFA‘da foveal avasküler zonun etkilenmediği fokal floresans artışı ile karakterizedir.
• Diffüz DMÖ: Retina kapillerindeki iç kan-retina bariyerinin ve retina pigment epitel hücreleri arasındaki dış kan -retina bariyerinin bozulması sonucu oluşur. FFA‘da foveal avasküler zonun da etkilendiği diffüz floresans artışı görülür.
• Mekanik DMÖ: Kalınlaşmış arka hiyaloid veya epiretinal membran retina damarlarından sızıntı oluşturarak fokal veya diffüz DMÖ’ne neden olabilir.7

C. OKT Temelli DMÖ Sınıflandırması
• Diffüz retinal kalınlaşma: Vitreoretinal ara yüzeyde patolojinin olmadığı ve OKT’de kistoid boşlukların görülmediği retina kalınlaşmasıdır.
• Kistoid retinal kalınlaşma: Retinal kalınlaşmaya kistoid boşlukların eşlik etmesi durumudur. Retinadaki kistlerin çapına göre hafif, orta ve ağır derecede olabilir.
• Sensöriyel retina ayrılması: Fovea altında sensöriyel retina ile retina pigment epiteli arasında sıvı birikmesidir.
• Vitreomaküler çekinti: Retina iç yüzeyine en az bir yapışma noktası gösteren ve yüksek yansıtıcılığı olan bir çizgi şeklinde görülür.7

D. Klinik Sınıflama
a. Klinik olarak anlamlı olmayan makula ödemi
b. Klinik olarak anlamlı makula ödemi
Klinik olarak anlamlı makula ödemi Early Treatment Diabetic Retinopathy Study (ETDRS ) tarafından:
• Makula merkezinde veya 500 µm içinde retina kalınlaşması,
• Makula merkezinden 500 um içerisinde sert eksuda ve
bitişik retinada kalınlaşma,
• Bir kısmı makula merkezinden 1 disk mesafede olan 1 disk genişliğinde retina kalınlaşması olarak tarif edilmiştir.8

Diyabetik Makula Ödeminin Tedavisi

Günümüzde DMÖ’nün tedavisi laser fotokoagulasyon, farmakolojik tedavi ve cerrahi tedavi olmak üzere 3 gruba ayrılmaktadır. Hastalara tedavi uygulamadan önce şeker kontrolünün yanı sıra hipertansiyon, hiperkolesterolemi, mikroalbüminüri, proteinüri ve hamilelik gibi diğer etkili risk faktörlerinin de kontrolü ile DMÖ ve diğer mikrovasküler komplikasyonların önlenebildiğini veya geciktirilebildiğini vurgulamak gerekir.

A. Fotokoagulasyon Tedavisi
Laser fotokoagulasyonunun tam etki mekanizması bilinmemekle birlikte, bir teoriye göre laserin oksijen tüketen fotoreseptörlerde oluşturduğu hasarın rol oynadığı düşünülmektedir. Laser fotokoagulasyonu sırasında doku ısısında meydana gelen 10 derecelik artış retina pigment epiteli (RPE), fotoreseptörler ve koryokapillarise yayılarak hücre ölümü ve sikatrizasyon geliştirmektedir. Koryokapillaristen retina dış tabakalarına diffüze olan oksijen, laser skarı yoluyla iç retinaya diffüze olmakta ve iç retina hipoksisini azaltmaktadır.9

Başka bir çalışmada DMÖ’lü gözlerde yapılan makula laseri önce ve sonrasında arteriol ve venül dallarının çapları ölçülmüş, arteriol dallarında çok anlamlı bir daralma tespit edilmiştir. Bunun sonucunda yazarlar laser tedavisi sonrasında artmış retina oksijenasyonunun otoregülatuar vazokonstriksiyona yol açarak DMÖ’yü azaltığını ileri sürmüşlerdir.10  
Bir diğer teori ise RPE’nin oluşan hasara verdiği yanıttır. Laser fotokoagulasyonunun etkisi ile RPE ve endotel hücrelerinde proliferasyon olur, kan retina bariyeri tamir edilir. 11,12

DMÖ’de fotokoagülasyon tedavisinin faydalı olduğunu bildiren çok sayıda çalışma mevcuttur. Ancak bunların en önemlisi bugün uyguladığımız standart fokal fotokoagulasyon rehberini oluşturan prospektif, randomize ve çok merkezli ETDRS çalışmasıdır.7 ETDRS hafif ve orta derecede nonproliferatif diyabetik retinopatide (NPDR) sızdıran mikroanevrizmaların direkt tedavisini, diffüz makula ödemi ve nonperfüze kalın retinada “grid tedavisi”ni, şiddetli NPDR ve proliferatif diyabetik retinopatide (PDR) ise kombine “scatter” ve fokal laser tedavisini önermektedir. ETDRS’ye göre makula ödemi bulunan gözlerde orta derecede görme kaybını önlemede en uygun strateji, hafif retinopati mevcudiyetinde acil fokal fotokoagülasyon ve daha ağır retinopati geliştiğinde ise geç “scatter” fotokoagulasyon uygulamaktır. Grid patternde spotlar makulanın üst, alt ve temporaline uygulanır; makula merkezine 500 mikron yakınlıkta ve disk çevresindeki 500 mikronluk alana grid tedavisi uygulanmaz.

Diffüz DMÖ’de anatomik ve fonksiyonel başarı düşüktür; tekrarlayan tedaviler sonrasında bile diffüz ödem refrakter olabilmektedir. Literatürdeki grid laser uygulaması ile ilgili ve takip süresi en uzun çalışmalardan birinde, 3 yıllık takip sonunda %15 olguda hafif görme artışı olduğu, %61 olguda görme seviyesinin aynı kaldığı ve %24 olguda orta derecede görme kaybı olduğu bildirilmiştir.13,14

Laser fotokoagulasyonun diyabetik retinopati ve DMÖ’nün tedavisindeki rolü büyük ve tartışılmazdır ancak komplikasyonlar da karşımıza çıkabilmektedir. Bu komplikasyonlar kollateral hasarı, skar genişlemesi, fokal lokalize skotom, renk görmede bozukluk, RPE ve fotoreseptörlerde kalıcı hasar, koroid neovaskülarizasyonu (KNV) ve RPE fibröz metaplazisi şeklindedir.15,16

Son yıllarda yan etkileri azaltmak bakımından eşik altı mikropulse diod laser fotokoagulasyonu geliştirilmiştir. Bu laser, RPE’nin apikal kısmı hedeflenecek şekilde çok sayıda kısa süreli yanıklar oluşturmak üzere tasarlanmıştır. Atım süresi 0.1 milisaniyedir. Selektif olarak RPE hasarı yapmakta, fotoreseptörler ve koryokapillaris etkilenmemektedir. Kızılötesi tedavi ışığı görünmediğinden ve ağrısız olduğu için hastalar açısından konforludur. Genişleyecek veya iyatrojenik KNV oluşma riskini arttıracak bir koryoretinal skar gelişmemektedir. 17-20 ETDRS protokolü ile eşik altı mikropulse diod laserin karşılaştırıldığı bir çalışmada, iki grup arasında görme keskinliği artışı ve santral retina kalınlığı azalmasında anlamlı bir fark bulunmasa da ortalama santral 4 ve 12 derecelik retina hassasiyetinde eşik altı mikropuls diod laser grubunda artma ve ETDRS grubunda azalma tespit edilmiştir.21

Günümüzde makula grid laser fotokoagulasyonunda yeni teknolojik ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu teknolojik gelişmelerden bir tanesi Pascal fundus fotokoagulatörü ile yapılan makula grid pattern fotokoagulasyonudur.22 Bir diğeri ise FFA görüntüsü üzerinden navigasyonla yapılan grid laser fotokoagulasyonudur.23

B. Farmakolojik Tedavi
DMÖ’nün medikal tedavisinde karbonikanhidraz inhibitörleri, nonsteroid antienflamatuarlar (siklooksijenaz inhibitörleri), kortikosteriodler ve antianjiyojenik ajanlar kullanılmaktadır. Karbonik anhidraz inhibitörlerinin etkisi retina pigment epitelinin sıvıyı retina dışına pompalama etkisini artırmaya yöneliktir. Randomize olmayan gözlemlerde özellikle katarakt cerrahisi ve çökertme cerrahisi sonrası ortaya çıkan makula ödeminde faydalı etkileri bildirilmiş olsa da, DMÖ’de faydalı olduğuna dair bilimsel bir kanıt olmadığı için kullanımı önerilmemektedir. Siklooksijenaz inhibitörleri ise prostoglandinlerin sentezini ve salınmasını bloke eder ama DMÖ’de etkisiz olduğu düşünülmektedir.24

Kortikosteriodler:
Kortikosteriodler hücre membranından araşidonik asit salınımını bloke eder, prostaglandin sentezini azaltırlar. Lökosit migrasyonunu ve TNF-α ve VEGF gibi pro-enflamatuar mediatörlerin salınımını inhibe ederler. Endotel sıkı bağlantılarını stabilize edip sayılarını arttırırlar. Bu özellikleriyle antienflamatuar, antiapoptotik, antiödematöz ve antianjiyojenik etkiye sahiptirler. Kortikosteroidlerin sistemik, topikal, perioküler ve intravitreal enjeksiyonlar ve intravitreal implantlar şeklinde pek çok kullanım şekli mevcuttur. DMÖ’de de subtenon veya peribulber steroid enjeksiyonların faydalı olduğunu bildiren bazı kaynaklar vardır.25 Ancak National Eye Institute tarafından sponsorluğu yapılan bir Faz II çalışmasında fokal laser tedavisine eklenen peribulber steroidlerin bir fayda sağlamadığı görülmüş ve Faz III çalışmasına geçilmemiştir.26 ve görme keskinliği artmayan hastalar için daha etkili tedavi arayışları sürmektedir. İntravitreal triamsinolon enjeksiyonu (İVTA) ile ilişkili olarak çok sayıda literatür bulunmakta ve yaklaşık 10 yıldır tüm dünyada ve ülkemizde “off-label” olarak uygulanmaktadır.24,27-29 Martidis ve ark.30 laser tedavisine rağmen görme azalması tespit edilen ve OKT’de santral makula kalınlığı 300µ üzerinde olan DMÖ’lü hastalara 4mg İVTA uygulanmışlar, hastaların 1,3 ve 6 ay kontrollerinde santral makula kalınlığının %55, %57 ve %38 oranında azaldığını gözlemlemişlerdir.
İVTA tedavisinde uygulanan intravitreal triamcinolone acetonide dozu değişkendir; 2mg, 4mg, 25mg‘lık doz uygulamaları bildiren çalışmalar mevcuttur. Kistoid boşlukların tekrar dolması 6 hafta ile 3 ay arasında olmaktadır ve doza bağımlı değildir. Enjeksiyon tekrarı 10 hafta ile 6 ay arasında değişebilmektedir. Jonas ve ark.’na31 göre tekrarlayan enjeksiyonlar sonrası görme keskinliği veya göz içi basıncı (GİB) sonuçlarında taşifilaksi görülmemektedir.

DMÖ’nün tedavisinde İVTA ve laser fotokoagulasyonu karşılaştıran en kapsamlı çalışmalardan biri 2008 yılında yayınlanmıştır. Bu çalışmaya göre 4. ayın sonunda görme artışı en iyi 4 mg İVTA ile, 12-24 ay arasında görme artışı ise en iyi fokal/grid laser tedavisi ile bulunmuştur. Santral makula kalınlılığındaki azalma ile görme artışı arasında paralellik görülmüştür.32 İVTA, DMÖ’nün tedavisinde etkili olmasına karşın retina dekolmanı, vitreus içi hemoraji, GİB yükselmesi, katarakt, psödoendoftalmi ve endoftalmi (%0,87) gibi komplikasyonlara yol açabilir. İVTA, katarakt gelişimini tetiklemesi bakımından psödofak hastalarda daha çok tercih edilmektedir.27

İntravitreal İmplantlar
Son yıllarda yeni bir tedavi seçeneği olarak uzun salınımlı kortikosteroid implantları gündeme gelmiştir. Retisert (Fluocinolone acetonide intravitreal implant 0,59 mg, Bausch & Lomb Pharmaceuticals, Inc.) 2005 yılında FDA tarafından kronik nonenfeksiyöz üveitler için onaylanmış ilk uzun salınımlı implanttır. DMÖ için yapılan randomize klinik çalışmalarda orta dönem anatomik ve vizüel sonuçlar olumlu olarak gözlense de, katarakt gelişimi ve GİB artışı çok yüksek oranda bulunduğu için halen DMÖ için tercih edilmemektedir.33 Bunun üzerine İluvien (190µg fluocinolone acetonide, Alimera Sciences, Alpharetta, GA) adında başka bir implant geliştirilmiştir. Campochiaro ve ark.34 yaptığı bir çalışmada sham enjeksiyona göre görme keskinliği artışı ve makula kalınlığındaki azalma 0,2 µg (düşük doz) ve 0,5 µg (yüksek doz) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş, ancak yan etki profili düşük dozda daha iyi olarak bildirilmiştir.

Bu konuda en çok kabul gören ve uygulanan implant Ozurdex® (Allergan Inc., Irvine, CA, USA) dir. FDA tarafından retina ven tıkanıklıklarına bağlı makula ödemi ve non-enfeksiyöz üveitler için onay almış olan bu implant 700 µg dekzametazon içermektedir. Özel bir aplikatör ile vitreye enjekte edilir; sütür gerektirmez. Etken maddenin implanttan diffüzyon ile salınımı bifaziktir, 6. haftaya kadar yüksek dozlarda, daha sonra 6. aya kadar daha düşük dozlarda devam etmektedir. Biyo-uyumlu ve biyo-çözünürlük özelliğe sahip olup göz içerisinde CO2 ve suya metabolize olmaktadır. DMÖ’de yapılan klinik çalışmaların sonuçlarına göre istatistiksel olarak anlamlı görme artışı ve santral retina kalınlığında azalma tespit edilmiştir.35 Özellikle tedavide en zor ve dirençli grubu oluşturan vitrektomize gözlerde yapılan bir çalışmada Ozurdex’in etkili olduğu bildirilmiştir. Yerleştirilmesinden sonra 8-13. haftalarda etkisinin en üst noktaya çıktığı gözlemlenmiştir. İzlenen en büyük yan etki 60. günde pik yapan ve 180. günde başlangıç değerlere dönen GİB artışıdır.36

Antianjiyojenik Tedavi
Antianjiyojenikler, DMÖ’de vasküler permeabiliteyi azaltarak etkili olmaktadırlar. Bu grup ilaçlar intravitreal enjeksiyon olarak uygulanmaktadır; başlıca 3 ilaç bulunmaktadır: pegaptanib, ranibizumab ve bevacizumab.24,28,31

Pegaptanib (Macugen; Eyetech / Pfizer) bir vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) aptameridir, VEGF-165’i bloke etmektedir. Randomize, sham kontrollü bir çalışmada DMÖ olan hastalara birinci yıl 0,3 mg pegaptanib veya sham 6 haftada bir (toplam 9 enjeksiyon) yapılmış, 18. haftadan itibaren ilave laser tedavisi uygulanmıştır. İkinci yılda gerektikçe 6 haftada bir intravitreal enjeksiyon tekrarlanmıştır. Sonuçta görme keskinliği sham grubuna göre tüm kontrol haftalarında anlamlı olarak daha iyi bulunmuştur. Pegaptanib grubunda fokal laser tedavisi ihtiyacı da daha düşük olmuştur.38

Bevacizumab (Avastin, Altuzan; Genentech), bir anti VEGF antikorudur, Faz III çalışması olmamasına rağmen tüm dünyada “off label” olarak kullanılmaktadır. Scott ve arkadaşları DMÖ’de bevacizumabın kısa dönemde etkili olduğunu göstermişlerdir.39 En geniş retrospektif serilerden biri 6 ülkeden 6 merkezin dahil olduğu 1,25 veya 2,5 mg intravitreal bevacizumab enjeksiyonunun yapıldığı ve hastaların 6 aylık takip sonuçlarının bildirildiği bir çalışmadır.40 Hastalara tek doz, iki doz veya üç doz intravitreal bevacizumab enjeksiyonu uygulanmış,  kısa dönem sonuçları etkin olarak bildirilmiştir. Daha sonra aynı grubun diffüz makula ödemi için bildirdiği 24 aylık sonuçlara göre ortalama enjeksiyon sayısı 5,8 görme keskinliği, OKT ve FFA sonuçları stabil veya iyileşmiş olarak bulunmuştur. Yine bu çalışmaya göre 1,25 veya 2,5 mg dozları arasında farklılık bulunmamıştır.41

Ranibizumab (Lucentis; Genentech / Novartis) anti VEGF antikorunun Fab parçasından oluşmaktadır, VEGF-A’nın tüm izoformlarını ve yıkım ürünlerini bloke etmektedir. DMÖ’lü hastalarda intravitreal ranibizumab enjeksiyonunun uzun dönem (2 yıl) sonuçlarının araştırıldığı READ-2 çalışmasında, ranibizumab monoterapinin görme keskinliği artışı ve santral makula kalınlığı azalması konusunda başarılı olduğu ancak laser (fokal/grid) kombinasyonu ile enjeksiyon sıklığının azaltılabileceği bildirilmiştir.42
Sonuçları merakla beklenen RESTORE çalışmasında ranibizumab monoterapi, laser monoterapi ve kombine ranibizumab + laser tedavileri karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada toplam 345 hastanın 12 aylık sonuçları değerlendirilmiş ve görme keskinliği açısından en başarılı tedavi kollarının ranibizumab monoterapi ve buna yakın olarak ranibizumab+laser kombine tedavisi olduğu bildirilmiştir.43

Antianjiyojenik tedavi sonrasında nadir de olsa lokal ve sistemik komplikasyonlar bildirilmiştir. Oküler komplikasyonlardan endoftalminin görülme sıklığı %0,07’dir. Diğer ciddi oküler komplikasyonlar nonenfeksiyöz enflamasyon (%0,05), regmatojen retina dekolmanı (%0,08), vitreus içi hemoraji ve katarakttır.44 Sistemik yan etki olarak ani kan basıncı yükselmesi, iskemik koroner arter hastalığı, serebrovasküler olay, periferik tromboemboli görülebilir.45

B. Cerrahi Tedavi
DMÖ’nün patogenezinde vitreoretinal ara yüzeydeki traksiyonel güçler önemli rol oynamaktadır. Persistan makula ödemi tedavisinde pars plana vitrektomi (PPV) ile vitreomakuler yüzeydeki traksiyonel güçlerin serbestleştirilmesi, makula ödemini ve görme derecesini düzeltir. Vitreusta bulunan AGE ve VEGF düzeylerinin azalması vaszokonstriksiyona neden olur. Vitrektominin perifoveal retina mikrosirkülasyonunu düzelttiği de ileri sürülmektedir. Vitrektominin diğer bir iyileştirici özelliği ise arka hyaloidin dekole edilmesi ve soyulmasıdır. Arka hyaloid sığ makula ödemi oluşturacak kadar tanjansiyel traksiyon güçleri oluşturabilir ve bu güçler cerrahi ile serbestleşebilmektedir. Diffüz makula ödemli olgularda arka vitreus dekolmanı insidansı düşüktür ve vitrektomi esnasında oluşturulan arka hyaloid dekolmanı makula ödemini etkilemektedir.24,37,46

DMÖ’de PPV esnasında arka hyaloid soyulmasının yanısıra internal limitan membran (İLM) soyulmasının da DMÖ’yü iyileştirdiği bazı yazarlar tarafından bildirilmiştir.47 DMÖ tedavisinde İLM soyulmasının etkin olduğu kesin değildir. İLM soyulmasının avantajı, traksiyon güçlerinin serbestleşmesi ve fibröz astrosit reproliferasyonunun inhibisyonudur. Ancak diabetes mellitus’ta İLM diğer olgulara göre daha fazla yapışıktır ve yırtılabilir bu nedenle kistik DMÖ’lü olgularda geniş büller varsa dikkatli olunmalıdır. Değişen çalışmalarda İLM soyulması ile birlikte vitrektomi sonrası görmede düzelme %43-%92 arasında, makula ödeminde düzelme ise parsiyel düzelmeden %100 tam rezolüsyona varan değerler şeklinde bildirilmiştir. Arka hyaloid kalınlaşması veya traksiyonu olmadığında PPV makula ödemini çözmekte ve görmeyi düzeltmektedir. DMÖ’de yapılan vitrektominin klinik sonuçlarına göre tam iyileşme, kısmi iyileşme ve persistan makula ödemi çeşitli araştırmacılar tarafından farklı oranlarda bildirilmiştir.37,47-59 İLM soyulmasının uzun süreli sonuçları bilinmemekle birlikte elde edilecek fayda düşünülürken olası komplikasyonlar da unutulmamalıdır; farklı serilerde bildirilen komplikasyonlar katarakt (%7,5-10), koroid dekolmanı (%8), epiretinal membran (%8-10,3), fibrinoid sendrom (%8), glokom (%8), sert eksüda gelişimi (%3), makula iskemisi (%10), neovasküler glokom (%3,4-8), retina dekolmanı (%10), retina yırtığı (%10-20,7), traksiyonel regmatojen retina dekolmanı (%1,7)  ve vitre kanaması (%12,1-16) olarak bildirilmektedir.24

Son Yenilikler
Son zamanlarda DMÖ’nün farmakolojik tedavisi üzerinde yeni araştırmalar yayınlanmıştır. Bu çalışmalardan ikisi sirolimus ve VEGF Trap üzerinedir. Sirolimus, rapamisin olarak ta bilinen immunosupresif özellikler taşıyan bir makroliddir. Diyabetik retinopatinin gelişiminde etkili birçok büyüme faktörüne VEGF üzerinden tesir etmektedir. DMÖ’lü hastalarda subkonjonktival sirolimus enjeksiyonu ile yapılan Faz I/II çalışmasında güvenli olduğu bildirilmiştir.60

VEGF Trap, VEGF reseptör füzyon proteinidir, VEGF-A’nın tüm izoformlarını ve plasenta büyüme faktörünü inhibe eder. VEGF Trap-Eye Faz II çalışmasında klinik olarak anlamlı DMÖ olan olgularda aylık intravitreal enjeksiyonlar olarak uygulandığında 6 ay sonunda laser fotokoagulasyonundan daha etkili olduğu bulunmuştur.61

Sonuç

Diabetes mellitus’lu bir hastaya DMÖ tanısı koyduğumuz zaman izlenecek yol öncelikle HbA1c düzeyine bakılarak diabetes mellitus’un ve glisemik düzeyler dışında diğer sistemik risk faktörlerinin de iyi kontrol altına alınmasını sağlamaktır. Daha sonra görüntüleme yöntemleriyle DMÖ’nün fokal, diffüz ayırımı yapılmalı ve vitreoretinal ara yüzey anomalisi olup olmadığına karar verilmelidir. Fokal DMÖ’de öncelikle laser fotokoagulasyon tedavisi uygundur; eğer tam rezolüsyon sağlanamazsa fotokoagulasyon tekrar uygulanabilir. Rezolüsyonun olmadığı veya kısmi yanıt alınan olgularda intravitreal anti-VEGF enjeksiyonu veya psödofak hastalarda tercihan İVTA tedavisi uygulanabilir.

Diffüz DMÖ‘de kistik olmayan olgularda laser fotokoagulasyonu yapılmalı ve takip edilmelidir. Kistik DMÖ’de önce anti-VEGF veya İVTA enjeksiyonu ile ödemi azaltmak daha sonra laser tedavisine geçmek uygundur. Kısmi yanıt alınan veya rezolüsyonun olmadığı olgularda ve makula ödemine yol açan vitreomaküler traksiyon varlığında vitreoretinal cerrahi planlanabilir.