ÖZET
Yaşa bağlı maküla dejenerasyonuna (YBMD) ikincil gelişen koroidal neovaskülarizasyon, günümüzde intravitreal anti-vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ajanları ile başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir. Bununla birlikte, anti-VEGF tedavinin potansiyel olarak jeografik atrofi gelişimini arttırabileceğine dair işaretler vardır. Fakat, jeografik atrofi ve neovasküler YBMD arasında sebep-sonuç ilişkisini direkt olarak kanıtlayan veri henüz yoktur. Bu derlemedeki amacımız, anti-VEGF tedavi ile jeografik atrofi gelişimi arasındaki ilişki üzerine kanıtları tartışmaktır.
Giriş
Neovaskülarizasyonla seyreden yaşa bağlı maküla dejeneresansında (YBMD), son yılların en etkili tedavi yöntemi intravitreal anti-vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) uygulamalarıdır.1,2,3 Bu alanda değişik amaçlarla ve farklı ajanlarla yapılan çok merkezli çalışmaların ortak yanı, kullanılan ajanların öncelikle etkinlik ve güvenliklerinin saptanmış olmasıdır. MARINA ve ANCHOR çalışmasında, ranibizumabın aylık enjeksiyonu ile, görme keskinliğinin korunması ve görme düzeyinin devamı sağlanmıştır ve bu bulgu kanıta dayalı olarak, kontrol grubu ile yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda belirgin bir şekilde gösterilmiştir.1,2 Anti-VEGF’lerin güvenirliği konusunda ise, yakın zamana kadar iki ana noktaya temas edilmiştir. Bunlardan birincisi endoftalmi, vitreus kanaması veya retina dekolmanı gibi lokal yan etkiler; ikincisi ise, serebrovasküler olaylar başta olmak üzere sistemik yan etkilerdir. Ancak bu son derece düşük düzeyde gözlenen güvenlik sorunları ile ilgili çalışmalarda ve tedavide kullanılan ajanlar arasında, bu sorunların gelişmesi olasılıklarında anlamlı ilişki bulunmamıştır.1,2,3,4,5
Çok merkezli yapılmış çalışmaların geriye dönük analizlerinde, yeni ve ilginç bulgularla karşılaşılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de CATT3 çalışmasından elde edilen bulgulardır. Bu bulgu, uzun süre anti-VEGF tedavi almış olgularda jeografik atrofi gelişimine ilişkin şüphedir. Bu şüphe ile ilgili olarak, daha sonra IVAN4 ve HARBOR6 çalışmalarında da, geriye dönük analizler yapılmıştır ve CATT çalışmasındakine benzer şüpheli bulgular bu çalışmalarda da saptanmıştır.3,4,5,6,7,8
Bu nedenle son dönemin önemli sorularından biri; uzun süreli anti-VEGF kullanılmış olgularda geç evrede jeografik atrofi gelişimi gerçekten oluşmakta mıdır? Jeografik atrofi gelişiyor ise, kullanılan anti-VEGF ajanların rolü var mıdır?
Geographic Atrophy: Natural Course
Geographic atrophy is an age-associated pathology whose etiopathogenesis involves complex processes.7,8,9 The main factor is an atrophic process that begins in the retinal pigment epithelium (RPE) and choriocapillaris.9 Genetics and aging are the main risk factors.10 Parallel to senescence of retinal pigment epithelial cells, lipofuscin begins to accumulate in the cytoplasm due to slowing lysosomal activities, resulting in a vicious cycle. Metabolism slows with aging, especially lysosomal metabolism, and phagocytosed lipid-rich material does not dissolve, accumulating as a result. These deposits, particularly of lipofuscin, increase oxidative stress and accelerate aging. This vicious cycle leads to faster atrophy and RPE cell loss. Lipofuscin increases oxidative stress and RPE cell apoptosis.11 In geographic atrophy, autofluorescence imaging in particular shows RPE cells that are still viable but lipofuscin-laden concentrated along the margin of the advancing atrophic zone. After cell loss, this autofluorescence disappears and the area darkens, demonstrating RPE cell death. This phenomenon demonstrated by fundus autofluorescence can be assessed as the front of geographic atrophy expansion.12
In fact, geographic atrophy is atrophy of the RPE and choriocapillaris, and is consistent with the natural course of aging. In some patients, however, cells with an oncogenic phenotype undergo an exceptional change, with some regaining the ability to divide and starting to divide aggressively. In some patients who convert from geographic atrophic to wet AMD, the RPE cells exhibit high sensitivity to VEGFs, resulting in neovascularization. These appear as cases of wet AMD.13 In wet AMD patients, the neovascular process continues on one hand, while geographic atrophy continues as part of the natural disease course on the other hand. Therefore, while the underlying process of geographic atrophy continues in these wet AMD patients, they are also receiving intravitreal anti-VEGF therapy. In fact, geographic atrophy may be related to the ongoing natural course.14
Jeografik Atrofi: Doğal Seyir
Jeografik atrofi, yaşlanmaya paralel olarak belirginleşen ve etiyopatojenezinde kompleks süreçlerin yer aldığı bir patolojidir.7,8,9 Esas unsur, retina pigment epiteli (RPE) ve koryokapillaristen başlayarak ilerleyen bir atrofi sürecidir.9 Genetik ve yaşlanma ana risk faktörlerindendir.10 Retina pigment epitel hücrelerinde yaşlanmaya paralel olarak, yavaşlayan lizozomal etkinlikler nedeni ile sitoplazmanın içinde lipofuksin birikmeye başlar ve böylece bir kısır döngü ortaya çıkar. Yaşlanma ile birlikte, lizozomal kaynaklı metabolizma başta olmak üzere, metabolizma yavaşlar; metabolizma yavaşladıkça, fagosite edilen lipidden zengin materyal eritilemez ve birikir. Birikimler özellikle lipofuksin başta olmak üzere oksidatif stresi artırır ve yaşlanmayı hızlandırır. Bu kısır döngü, RPE hücrelerinin daha hızlı atrofisine ve kaybına yol açar. Lipofuksin, oksidatif stresi artırır ve RPE hücre apoptozisini hızlandırır.11 Jeografik atrofide, özellikle otofloresans ile yapılan görüntülemelerde, henüz yaşayan ama bol lipofuksin içeren RPE hücrelerinin, atrofik alanın genişleme hattında yoğun olarak toplandığı dikkati çekmekte ve hücre kaybı sonrasında da otofloresansın kaybolarak o bölgenin karardığı ve RPE hücrelerinin yaşamını yitirdiği gözlenmektedir. Fundus otofloresans ile görüntülenen bu durum jeografik atrofinin genişleme hattı olarak değerlendirilebilir.12
Aslında, jeografik atrofi RPE ve koryokapillarisin atrofisidir ve yaşlanma sürecinin doğal seyrine uymaktadır. Fakat olguların bir kısmında farklı bir değişim ortaya çıkmaktadır. Onkojenik fenotipe sahip hücrelerde bu kuraldışı değişim yaşanmakta ve bazı hücrelerin bölünme sürecini tekrar kazanıp agresif bölünmelerle seyretmesi söz konusu olabilmektedir. Ancak, jeografik atrofiden yaş tip YBMD sürecine giren bazı olgularda, RPE hücreleri VEGF’lere çok yüksek duyarlılık göstermekte ve neovaskülarizasyon ortaya çıkmaktadır. Bunlar yaş tip YBMD olguları olarak ortaya çıkmaktadır.13 Yaş tip YBMD olgularında da, bir yandan neovasküler süreç devam ederken, bir yandan da bu olguların olağan seyirleri jeografik atrofi gelişiminin devam ettiğidir. Bu nedenle, yaş tip YBMD olgularında alttaki bu jeografik atrofi süreci devam ederken, bir yandan da intravitreal anti-VEGF tedavi uygulanmaktadır. Aslında, jeografik atrofinin devam eden doğal seyirle ilgili olabileceği söylenebilir.14
The Risk of Developing Geographic Atrophy due to Anti-VEGF Use: Results of Multicenter Studies
Significant visual gains can be achieved in AMD patients with choroidal neovascularization (CNV) with long-term intraocular injection of numerous anti-VEGF agents.1,2,3,4,6 However, there is debate in the literature regarding whether the geographic atrophy seen during long-term follow-up in these patients, who had received many anti-VEGF injections at high frequency, was a result of the natural course of the disease or was associated with the anti-VEGF molecules used. Our current understanding of the relationship between geographic atrophy and anti-VEGF use is summarized in Table 1.
It was noted with the CATT15 study that geographic atrophy may be associated with anti-VEGF agents. A retrospective evaluation of the CATT15 study revealed that geographic atrophy had developed in 18.3% of the patients (187 of 1024 patients) at the end of 2 years. It was also observed in the retrospective analysis that there was a difference between the monthly application and pro re nata (PRN) groups in terms of geographic atrophy. Of the patients who were administered monthly ranibizumab, 4.7% exhibited foveal atrophy and 21.1% extrafoveal atrophy at the end of year 2. These rates were 3.7% and 11.5%, respectively, in the patients who received ranibizumab PRN. Although the monthly and PRN ranibizumab groups did not differ significantly in terms of foveal atrophy development, the difference in extrafoveal atrophy rate was statistically significant. It was determined in the CATT15 study that the important common risk factors among patients who developed geographic atrophy were vision level of 0.1 or lower, retinal angiomatous proliferation, geographic atrophy in the fellow eye, and baseline intraretinal fluid. Conversely, factors associated with lower risk included blocked fluorescein, subretinal fluid thickness of 25 µm or more, subretinal tissue complex thickness of 275 µm or greater, and the presence of vitreoretinal adhesions. The CATT15 study compared the 1- and 2-year results of treatment with ranibizumab and bevacizumab. Although the patients in the ranibizumab group showed a higher risk of developing geographic atrophy, there was no difference in incidence between the groups at the end of the treatment regimen. Geographic atrophy was extrafoveal in the majority of patients.
In contrast to the CATT, the 2-year results of the IVAN4 trial did not reveal a significant difference in geographic atrophy rates between patients treated with ranibizumab and those treated with bevacizumab (28% with ranibizumab, 31.2% with bevacizumab, p=0.46). When the results of the CATT15 and IVAN4 trial were interpreted together, the relationship between intravitreal agents and the development of geographic atrophy could not be proven definitively. However, the IVAN4 trial revealed a correlation between the development of geographical atrophy and the frequency of intravitreal anti-VEGF applications. At 2-year follow-up, the risk of developing geographic atrophy was reported as 34% with monthly intravitreal administration and 26% with PRN administration. The methods used to evaluate geographic atrophy in the CATT15 and IVAN4 studies were different. There was no agreement or consistency between the studies regarding the methodology of atrophy assessment. In the CATT15 trial, fundus fluorescein angiography (FFA) and color fundus imaging were used to detect atrophic areas. In the IVAN4 study, atrophic areas were visualized with FFA, color fundus, and optical coherence tomography (OCT) at baseline and during follow-up. Different techniques were also utilized to determine geographic area in the trials. However, there is still a lack of clarity concerning the questions of how geographic atrophy should be identified and which techniques (FFA, fundus autofluorescence, color fundus photography, OCT) should be used. The presence of active choroidal neovascular lesions presents the greatest challenge to the precise determination of the area of geographic atrophy. Atrophy is ideally detected by evaluating an atrophic area distant to the CNV lesion to demonstrate the effect of anti-VEGF therapy. The geographic atrophy surrounding areas of CNV may grow over time and merge with distant atrophic regions in the long term. Areas of geographic atrophy in CNV areas can actually be visualized with FFA and even with OCT, and their boundaries can be determined.
In brief, despite different assessment techniques, both the 2-year results of CATT15 and the late subanalyses performed after conclusion of the IVAN4 trial showed that treatment was associated with higher incidence of geographic atrophy, but it was usually extrafoveal and did not affect vision significantly. They also indicated that the agents used were not influential in this phenomenon but that administration regimen may have an effect, with a PRN regimen being more favorable than monthly injections. Subanalysis of the HARBOR6 trial was similar to the CATT15 and IVAN4 trials. HARBOR6 is a Phase 3 trial in which the 2-year efficacy results of two different doses of ranibizumab (0.5 mg and 2 mg) with two different administration regimens (monthly/PRN) were evaluated in treatment-naive wet AMD patients with active subfoveal CNV (n=1097). Geographic atrophy was assesessed using FFA and color fundus images at 3, 12, and 24 months. Similar to the IVAN4 trial, baseline areas of atrophy were also taken into account in the HARBOR6 trial. Included in the areas of geographic atrophy were depigmented areas with prominent borders and increased visibility of choroidal vessels, areas with diameters greater than ≥250 µm, and attached, flat areas with prominent borders on FFA. However, atrophic areas with RPE tears were excluded. In the HARBOR6 trial, areas of atrophy adjacent to and nonadjacent to CNV were separately identified and evaluated. Lesions adjacent to CNV were especially included to achieve comparable results to the CATT15 and IVAN4 trials. In the HARBOR6 study, the incidence of atrophy in the eyes with no detectable atrophy at baseline was 29% according to results at 24 months. Based on this finding, there were no significant differences in atrophy incidence when compared with the CATT15 (20%) and IVAN4 (28%) trials. In the CATT15 trial, patients with baseline atrophy in the initial examination were not included in the evaluation. For this reason, the incidence of atrophy was found to be lower compared to the IVAN4 and HARBOR6 trials, which included patients with baseline atrophy. IVAN4 and HARBOR6 are more comparable in terms of patient groups, and the total incidence of atrophy, including existing (baseline) and newly developed atrophy, was equivalent at 28% and 29% respectively. In a subgroup analysis of the 5-year results of the CATT16 trial, the incidence of geographic atrophy was found to be 38%. The development of geographic atrophy was common and risk factors present at 2 years persisted at 5 years. The most important risk factors at start of treatment for the development of geographic atrophy were advanced age, poor visual acuity, widespread CNV, retinal angiomatous proliferation, geographic atrophy in the fellow eye, and intraretinal fluid. Thick subretinal tissue complex and presence of subretinal fluid were less associated with development of geographic atrophy. Incidence rates of geographic atrophy in post hoc analyses of the IVAN, CATT, and HARBOR trials are summarized in Table 2.
These findings point to two major conclusions from the HARBOR6 trial. One of these is that the agent used was not influential on the development of atrophy, as in the CATT15 and IVAN4 trials. In the HARBOR6 trial, it was observed that the dose (0.5 mg vs. 2 mg) and number (monthly vs. PRN) of ranibizumab injections administered were not associated with rates of atrophy development.
Another important issue that must be considered in relation to geographic atrophy development is the effects of atrophic changes on visual acuity. Especially in the CATT15 trial, it may have been difficult to notice these extrafoveal atrophic areas if the retrospective analysis had not been performed, and since most of them had no effect on visual acuity, it is understandable that they could be overlooked by a researcher. In subanalysis of the study, no statistically significant difference was detected in the comparison of visual changes in patients with and without atrophy.
Anti-VEGF kullanımına Bağlı Jeografik Atrofi Gelişme Riski: Çok Merkezli Çalışma Sonuçları
Koroid neovaskülarizasyonu (KNV) ile seyreden YBMD olgularında, uzun süreli ve çok sayıda anti-VEGF ajanların göz içine enjeksiyonu ile anlamlı görme kazanımları elde edilmektedir.1,2,3,4,6 Literatürde uzun süreli takiplerde, çok yüksek sayıda ve sıklıkta anti-VEGF uygulanmış bu hastalarda ortaya çıkan jeografik atrofinin, hastalıktaki doğal seyrin sonucu mu, yoksa kullanılan anti-VEGF molekülleri ile mi ilişkili olduğu tartışması başlamıştır. Jeografik atrofi ve anti-VEGF kullanımı arasındaki ilişki Tablo 1’de özetlenmiştir.
Jeografik atrofinin anti-VEGF ajanlar ile ilişkili olabileceği CATT15 çalışması ile dikkati çekmiştir. CATT15 çalışmasında geriye dönük yapılan değerlendirmede; 2. yıl sonunda olguların %18,3’inde (1024 hastanın 187’sinde) jeografik atrofinin geliştiği saptanmıştır. Geriye dönük analizde, jeografik atrofi açısından, aylık uygulama ve pro re nata (PRN) grupları arasında farklılık olduğu gözlenmiştir. Ranibizumab uygulanan olgularda, 2. yıl sonu itibariyle, aylık intravitreal uygulama yapılmış grupta foveal atrofi oranı %4,7 ve ekstrafoveal atrofi oranı %21,1 olarak bulunmuştur. Bu oranlar, PRN yapılmış olgularda ise sırasıyla %3,7 ve %11,5 olarak saptanmıştır. Ranibizumab tedavisinin aylık ve PRN uygulaması ile foveal atrofi gelişimi açısından anlamlı fark saptanmazken, ekstrafoveal atrofi gelişimi açısından anlamlı farklılık olduğu bildirilmiştir. CATT15 çalışmasında, jeografik atrofi gelişmiş olguların önemli ortak risk faktörleri; görmenin 0,1 ve altında olması, retinal anjiyomatöz proliferasyon varlığı, diğer gözde jeografik atrofi varlığı ve başlangıçta retina içi sıvı varlığı olarak bildirilmiştir. Buna karşılık, floresein blokajı, subretinal sıvı kalınlığının 25 µm ve daha fazla olması, subretinal doku kompleksinin 275 mikron ve daha fazla olması ile vitreoretinal yapışıklıklar bulunması daha düşük risk faktörleri olarak bulunmuştur. CATT15 çalışmasında ranibizumab ve bevacizumab moleküllerinin 1. ve 2. yıl sonuçları karşılaştırılmıştır. Tedavi rejimi sonunda, jeografik atrofi gelişimi açısından, ranibizumab grubu hastaları daha yüksek riskli saptanmasına rağmen, insidansları arasında farklılık gözlenmemiştir. Jeografik atrofi gelişen olguların büyük çoğunluğu ekstrafoveal yerleşimli olarak bulunmuştur.
CATT15 çalışmasının aksine, IVAN4 çalışmasının 2 yıllık sonuçlarına bakıldığında, jeografik atrofi gelişim oranları bakımından ranibizumab ve bevacizumab olguları arasında anlamlı fark görülmemiştir (ranibizumab ile %28; bevacizumab ile %31,2, p=0,46). CATT15 ve IVAN4 çalışmalarının sonuçları birlikte yorumlandığında, Jeografik atrofi gelişimi ile intravitreal ajanlar arasındaki ilişki ispatlanamamıştır. Ancak, IVAN4 çalışmasında, jeografik atrofi gelişimi ile intravitreal anti-VEGF uygulama sıklığı arasında korelasyon olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada, 2 yıllık takiplerde, aylık intravitreal uygulamada jeografik atrofi gelişim riski %34 iken, PRN uygulamada oran %26 olarak bildirilmiştir. CATT15 ve IVAN4 çalışmalarında jeografik atrofi değerlendirmesinde kullanılan yöntemler birbirinden farklıdır. Her iki çalışmada, atrofi değerlendirmesinde metodoloji konusunda herhangi bir anlaşma ya da uzlaşma yoktur. CATT15 çalışmasında atrofik alanların saptanmasında fundus floresein anjiyografi (FFA) ve renkli fundus görüntüleme kullanılmıştır. IVAN4 çalışmasında ise bazal düzeyde ve sonrasında FFA, renkli fundus ve optik koherens tomografi (OKT) ile atrofik alanlar gösterilmiştir. Çalışmalarda jeografik alanın saptanmasında farklı teknikler kullanılmıştır. Ancak, jeografik atrofi tanımlamada ne yapılmalıdır? Hangi teknikler (FFA, fundus otofloresans, renkli fundus, OKT) kullanılmalıdır? konusu netlik kazanmamıştır. Jeografik atrofi alanının tam olarak saptanmasındaki en önemli zorluk, aktif koroidal neovasküler lezyon varlığıdır. Atrofinin ideal saptanması, anti-VEGF tedavisinin etkisini göstermek için KNV lezyonunun uzağındaki atrofi alanlarına bakılıp değerlendirilmesidir. KNV alanları çevresindeki jeografik atrofi bölgeleri zaman içinde büyüyebilir ve uzun dönemde uzak atrofik bölgeler ile birleşme gösterebilir. Koroidal neovaskülarizasyon bölgelerine ait jeografik atrofi alanları aslında FFA ile ve hatta OKT ile gösterilebilir ve sınırları tespit edilebilir.
Burada sonuç olarak, gerek CATT’nin15 2 yıllık sonuçları ve gerekse IVAN4 çalışmalarının sonlanmasından sonra yapılan geç alt analiz çalışmalarına göre, değerlendirme teknikleri farklı da olsa iki çalışmada da jeografik atrofilerin sıklaştığı, bunun daha çok ekstrafoveal olduğu ve görmeyi çok etkilemediği, kullanılan ajanların etkili olmadığı ama uygulama rejiminin etkili olabileceği ve burada da, aylık uygulama ile PRN karşılaştırılmasında, sonucun PRN lehine göründüğü saptanmıştır. HARBOR6 çalışmasının alt analiz değerlendirmesi, CATT15 ve IVAN4 çalışmalarına benzer olarak yapılmıştır. HARBOR6 çalışması, aktif subfoveal KNV’si bulunan naive yaş tip YBMD hastalarında (n=1097) farklı iki ranibizumab dozunun (0,5 mgr/2 mgr) farklı iki uygulama rejimindeki (aylık/PRN) 2 yıllık etkinlik sonuçlarının değerlendirildiği bir FAZ 3 çalışmadır. Jeografik atrofi değerlendirmesi 3.,12., ve 24. aylarda FFA ve renkli fundus görüntüleri üzerinden yapılmıştır. HARBOR6 çalışmasında da IVAN4 çalışmasına benzer olarak var olan bazal atrofi alanları hesaba alınmıştır. Jeografik atrofi alanları olarak; koroidal damarların artmış görünürlüğü ile birlikte sınırları belirgin depigmentasyon bölgeleri, çapı ≥250 µm’den büyük alanlar ve FFA’da sınırları belirgin olarak hissedilen yatışık flat alanlar dahil edilmiştir. Fakat, RPE yırtıklarının bulunduğu atrofik alanlar hariç tutulmuştur. HARBOR6 çalışmasında, koroidal neovaskülarizasyona bitişik ve uzak atrofi alanları ayrı ayrı tanımlanmış ve değerlendirilmiştir. Özellikle koroidal neovaskülarizasyona bitişik lezyonların dikkate alınmasının nedeni CATT15 ve IVAN4 çalışmaları ile karşılaştırılabilir sonuçlar elde etmek amaçlıdır. HARBOR6 çalışmasında, başlangıçta tespit edilebilir atrofisi olmayan çalışma gözlerinde atrofi görülme sıklığı 24. ay sonuçlarına göre %29 olarak kaydedilmiştir. Yirmi dörtüncü ay sonuçlarına bakarak; CATT15 ve IVAN4 çalışması ile yapılan karşılaştırmada, atrofi farklarının anlamlı olmadığı saptanmıştır (CATT %20, IVAN %28). CATT15 çalışmasında, bazal muayenede atrofisi olan hastalar değerlendirmeye alınmamıştır. Bu nedenle, atrofi görülme sıklığı, bazal atrofilerin dikkate alındığı IVAN4 ve HARBOR’a6 göre daha düşük bulunmuştur. Hasta gruplarının değerlendirilme şekline bakılarak IVAN4 ve HARBOR6 karşılaştırılabilir ve bunlar arasında da %28 ve %29 olarak ortaya çıkan toplam yani eski (bazal) ve gelişen atrofi sıklığının eşit olduğu varsayılabilir. CATT16 çalışmasının 5 yıllık sonuçlarının değerlendirildiği alt grup analizinde, jeografik atrofi insidansı %38 olarak saptanmıştır. Çalışmada, jeografik atrofi gelişiminin yaygın olduğu ve 2. yıldaki risk faktörlerinin 5. yılda da devam ettiği gözlenmiştir. Jeografik atrofi gelişimindeki en önemli risk faktörlerinin, tedavi başlangıcında, ileri yaş, hiperkolesterolemi, kötü görme keskinliği, geniş koroidal neovaskülarizasyon, retinal anjiomatöz proliferasyon, diğer gözde jeografik atrofi varlığı ve intraretinal sıvı bulunması olarak tespit edilmiştir. Kalın subretinal doku kompleksi ve subretinal sıvı varlığı daha az jeografik atrofi gelişimi ile ilişkili bulunmuştur. IVAN, CATT ve HARBOR çalışmalarının post hoc analizlerindeki jeografik atrofi gelişim sıklığı Tablo 2’de özetlenmiştir.
Tüm bu bilgiler ışığında, HARBOR6 çalışmasının iki önemli sonucu daha gösterilmiştir. Bunlardan bir tanesi, jeografik atrofi gelişimi açısından, CATT15 ve IVAN4 çalışmasında gözlendiği gibi, kullanılan ajanın atrofi gelişimine etkisi olmadığının saptanmasıdır. HARBOR6 çalışmasında ise kullanılan ranibizumab dozunun ve enjeksiyon sayısının atrofi gelişimine etkisi olmadığı tespit edilmiştir; 0,5 mg ve 2 mg grupları arasında, aylık ve PRN rejimlerine göre yapılan analizde, gruplar arasında atrofi oranları açısından fark görülmemiştir.
Jeografik atrofi gelişimi ile birlikte değerlendirilmesi gereken önemli bir başka husus ise, atrofik değişimlerin görme keskinliği üzerine olan etkileridir. Özellikle CATT15 çalışmasında, geriye dönük analiz yapılmamış olsaydı, bu ekstrafoveal atrofik alanların farkına varılması güç olabilirdi ve bunların çoğunluğu görme keskinliği üzerine etkili olmadığından, çalışmacıya herhangi bir mesaj veremeyeceği düşünülebilirdi. Çalışmanın alt analizinde, atrofi tespit edilen olgular ile atrofisi olmayan olguların görme değişiklikleri karşılaştırıldığında, istatistiksel anlamlı bir farkın olmadığı tespit edilmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak, CATT15,16, IVAN4 ve HARBOR6 çalışmalarının geriye dönük analizlerinde, yaş tip YBMD hastalarında uygulanan uzun süreli intravitreal anti-VEGF tedavilerinin olgularda jeografik atrofiyi artırdığına ilişkin bir kanaat ortaya çıkmış görünmektedir. Ancak bu durum gerçek olsa bile, bu atrofik değişikliklerin %80’lik kısmının görme keskinliğini doğrudan etkilemediği, yani ekstrafoveal olduğu düşünülerek, böyle bir olası şüphe varlığında dahi, yaş tip YBMD hastalarının tedavisinin yeterli süre ve sıklıkta yapılması gerekmektedir. MARINA1 ve ANCHOR2 çalışmalarında da gözlendiği gibi, doğal seyri gösteren sham grubundaki 14 harf kayba karşılık kazanç oranı 20 harften fazla görünmektedir. Atrofi gelişse bile, atrofi görülen ve görülmeyen olgular arasındaki kazanılan harf farkı 24. ay itibariyle 2,4’tür. Tüm bu bilgiler ışığında, yaş tip YBMD hastalığında anti-VEGF tedavi uygulamasında görünen jeografik atrofi alanlarının hastalığın doğal seyri ile mi ilişkili olduğu ya da kullanılan anti-VEGF moleküllerin sonucu olarak mı ortaya çıktığı, halen aydınlatılması gereken noktaların olduğu bir konudur. Bununla birlikte, bu hastalarda doğal seyre karşılık elde edilen, 2 yıllık süreçte yaklaşık 20 harflik kazanç göz önünde bulundurulursa, bu tedavilerin hala yaş tip YBMD tedavisinde kaçınılmaz uygulamalar olduğu kanısındayız.