Travmatik Sublükse - Lükse Lensli Hastaların Klinik, Cerrahi Özellikleri ve Tedavi Sonuçları - Orijinal Araştırma
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Özgün Araştırma
P: 372-379
Eylül 2009

Travmatik Sublükse - Lükse Lensli Hastaların Klinik, Cerrahi Özellikleri ve Tedavi Sonuçları - Orijinal Araştırma

Turk J Ophthalmol 2009;39(5):372-379
1. Selçuk Üniversitesi Meram Tip Fakültesi, Göz Hastaliklari Anabilim Dali, Konya
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
Alındığı Tarih: 10.03.2009
Kabul Tarihi: 25.05.2009
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

ÖZET

Amaç:

Travmatik lens sublüksasyonu/lüksasyonu olan hastaların klinik, cerrahi özelliklerinin belirlenmesi ve cerrahi tedavi sonrası 6 aylık sonuçlarının değerlendirilmesi.

Yöntem:

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniğine Haziran 2005 – Haziran 2008 tarihleri arasında travmatik lens sublüksasyonu/lüksasyonu ile müracaat etmiş, cerrahi tedavisi ve en az 6 aylık takibi yapılmış 16 hastanın tıbbi dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi.

Sonuçlar:

Hastaların hepsine pars plana vitrektomi ve beraberinde 3’üne pars plana lensektomi, 11’ine fakofragmantasyon uygulandı. Nükleusu çok sert olan iki hastada ise lens ağır sıvı perfluorokarbon ile yüzdürülerek limbal insizyondan çıkartıldı. Iki hastada operasyon sırasında retinal yırtık tespit edildi. Hastaların hiçbirinde operasyon öncesi veya sonrasındaki takiplerde retina dekolmani izlenmedi. Görsel rehabilitasyon için hastaların 11 tanesine operasyon sırasında, 4 tanesine operasyon sonrası 1-2. aylarda skleral fiksasyonlu göz içi lens implantasyonu uygulandı. Bir hastaya kontrol altına alınamayan göz içi basıncı yüksekliği nedeni ile operasyon sonrası 3. haftada trabekülektomi yapıldı. Iki hasta operasyon sonrası 6. ay kontrolünde topikal antiglokomatöz tedavi almaktaydı. 6. ay kontrollerinde hastaları 10’unda (%62.5) düzeltilmiş görme keskinligi 0.5 ve üzerine çıkarken, kistoid maküler ödemli 2 hasta (%12.5), yasa bağlı maküla dejenerasyonlu 2 hasta (%12.5), makülada retina pigment atrofisi olan bir hastada (%6.25) ve glokomatöz optik hasarlı bir hastada (%6.25) görme keskinligi 0.5'in altında kaldı.

Tartışma:

Travmatik sublükse/lükse lensli hastalarda pars plana yolu ile yaklaşım güvenli ve etkin bir yoldur. Bu gözlerde görme artışı operasyon öncesinde var olan ek oküler patolojiler ile yakın ilişkilidir. Ek oküler patolojisi olmayan hastalarda iyi görsel sonuçlara ulaşabilmek mümkündür.

GİRİŞ

Travmatik lens sublüksasyonu vitrektomi tekniklerinin gelişmesinden ve yaygınlaşmasından önce intrakapsüler katarakt ekstraksiyonu yöntemi ile tedavi edilmekteydi. Ancak bu teknik vitreus kaybı, retina dekolmani, glokom gibi komplikasyonlar ile birliktelik göstermekteydi (1,2). Günümüzde tercih edilen yöntem ise pars plana vitrektomi (PPV), pars plana lensektomi (PPL) ve fakofragmantasyon tekniklerinin beraber uygulanması şeklindedir (3-11).

Bu çalışmada travmatik lens sublüksasyonu / lüksasyonu nedeni ile klinigimize müracaat eden hastaların klinik ve cerrahi özellikleri ile cerrahi sonrası 6 aylık sonuçlarını değerlendirdik.

GEREÇ ve YÖNTEM

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları kliniğine Haziran 2005 – Haziran 2008 tarihleri arasında travmatik lens sublüksasyonu/ lüksasyonu ile müracaat etmiş, cerrahi tedavisi yapılmış olan 21 hastadan kayıtlarına eksiksiz olarak ulaşılabilen ve en az 6 aylık takibi olan 16 tanesinin tıbbi dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi. çalışmaya kunt travma sonrası lensi tamamen vitreusa düşmüş (lükse) veya >180o zonül kaybı olan sublükse lensli hastalar dahil edildi. Delici travma ile birliktelik gösteren olgular bu çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların 7 tanesinde lens sublükse, 9 tanesinde lükse idi. Hastaların travma sonrası müracaat süreleri, müracaat tarihindeki görme keskinlikleri, göz içi basınçları, biyomikroskopik muayeneleri ve fundusun net seçilemediği durumlarda ultrasonografik muayeneleri değerlendirildi. Intraoperatif cerrahi bulgular, cerrahi yöntem, eşlik eden korneal ve retinal patolojiler ameliyat kayıtlarından alındı. Cerrahi sonrası takipleri, göz içi basınçları,görme keskinlikleri ve cerrahi sonrası retina dekolmani, kistoid maküler ödem gelişimi gibi komplikasyonlar incelendi.

Hastaların hepsi lokal anestezi altında opere edildi. Hastalarda fakofragmatom kullanımı söz konusu olduğundan 3’lü 20 G vitrektomi girişi tercih edildi ve saat 12 pozisyonunda avize aydınlatma yerleştirildi. Aynı seansta skleral fiksasyonlu göz içi lensi (GIL) takılması planlanan gözlerin üst temporal ve alt nazal kadranlarda skleral flepleri hazırlandı. Sublükse lensli hastaların 4’ünde, lensin on ve arkasındaki vitreusun temizlenmesinin ardından pars plana lensektomi uygulandı. Sublükse lensli diğer 3 hastada ise lens arkasındaki vitreusun temizlenmesi ile lensin büyük ölçüde vitreusa yer değiştirdiği izlendi ve zonüllerin sağlam olduğu sahadan skleral depresyon yapılarak vitrektom eşliğinde lensin sağlam zonüllerle bağlantısı kesildi ve lens serbest olarak vitreus boşluğuna düşürüldü. Bu aşamadan sonra tüm hastalarda aynı adımlar takibedildi. BIOM non-kontakt geniş acı görüntüleme sistemi (Oculus, Almanya) eşliğinde vitreus temizliği yapıldı. Skleral çökertici kullanılarak retinal yırtık arandı. Yırtık tespit edilen olguda yırtığın yerinin belirlenmesi ve retinopeksi amacı ile endolaser prob ile yırtık etrafına 3-4 sıra laser fotokoagülasyon uygulandı.Lens temizliğine geçilmeden önce vitrektomi probunun ucu ile vakum uygulanarak arka hyaloid arandı eğer ayrilmamiflsa kaldırıldı ve temizlendi. Arka kutup üzerine vasküler arkadlar arasında kalan sahayı örtecek kadar perfluorokarbon uygulandı. Daha sonra fragmatom eşliğinde lens temizliği yapıldı. Fragmatomun yetersiz olduğu, nüklusun sert olduğu olgularda göz ağır sıvı perfluorokarbon ile doldurularak lens on kamaraya alındı ve korneal kesiden çıkartıldı. Operasyon öncesi muayenede epiretinal membran varlığı tespit edilen hastaların membranlari forseps yardımı ile soyuldu. Bu aşamadan sonra tekrar skleral çökertme ile yırtık varlığı kontrol edildi. Aynı seansta skleral fiksasyonlu GIL uygulanacak olgularda üstteki iki giriş skleral tıkaç ile kapatıldıktan sonra GIL implantasyonuna geçildi. Onbir hastaya üç parçalı hidrofobik akrilik GIL 3 mm korneal tünel kesiden implante edildi. Bu aşamadan sonra on kamaraya asetilkolin uygulanarak pupilla küçültüldü. Asetilkoline yanıtsız dilate,sfinkter rüptürü görülen irislere pupilloplasti yapıldı.Yırtık tesbit edilen olgular afak bırakıldı sıvı-hava, hava-%18 SF6 değişimi yapıldı.

SONUÇLAR

Tıbbi kayıtlarına eksiksiz olarak ulaşılabilen ve en az 6 aylık takibi bulunan 16 hastanın 10’u erkek, 6’si bayan idi. Ortalama yaş 58.7 (38-71 yıl) idi. Hastaların tamamında oküler kunt travma öyküsü (darp, odun, çalı, boynuz, inek kuyruğu, gazoz kapağı çarpması) mevcut idi. Sistemik hastalık (Marfan sendromu, homosistinüri, Weill-Marchesani sendrumu) açısından yapılan değerlendirmeleri ve diğer gözlerinin oküler muayeneleri travma etyolojisini desteklemekteydi. Travma anından sonraki müracaat süreleri 1 gün ile 7 yıl arasında degismekteydi. Bu süre hastaların 2’sinde 1 yıldan uzun (2), 1’inde 6-12 ay, 1 hastada 1-6 ay, 2’sinde 7-30 gün ve 10’unda bir haftadan kısaydı. Eşlik eden oküler bulgular Tablo 1’de sunulmuştur. çalışma grubuna dahil edilen 16 hastanın hiçbirinde klinik ve ultrasonografik muayenede retina dekole değildi. Hastaların 5 tanesinde oral antidiyabetik kullanımını gerektiren Diyabetes Mellitus tanısı olup, 3’ünde non-proliferatif diyabetik retinopati bulguları mevcut idi. 3 hastada ise ilaçla kontol altında arteriyel hipertansiyon mevcuttu. 2 gözde kistoid maküler ödem ve 2 gözde ise makülada drusen ve retina pigment epiteli atrofisi ile karakterize kuru tıp yasa bağlı maküla dejenerasyonu mevcuttu. Bir hastada glokomatöz optik atrofi mevcuttu. Hastaların müracaat tarihindeki ve operasyon sonrası 6. aydaki en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri ve göz içi basıncı değerleri Tablo 2 ve 3’de sunulmuştur. Müracaat tarihinde hastaların 7 tanesi antiglokomatöz tedavi almaktaydı ve tedaviye rağmen 9 hastada göz içi basıncı 21 mmHg’nin üzerindeydi. Operasyon sonrası 3. haftada 1 hastaya trabekülektomi yapıldı ve 6. ay takibinde hastaların 2’sinde göz içi basıncı antiglokomatöz tedavi ile kontrol altında tutulmaktaydi. Hastaların müracaat tarihinden cerrahiye alınana kadar geçen süre ortalama 6.2 gündü (2-14 gün). Hastalara uygulanan cerrahi yöntemler Tablo 4’te sunulmuştur. 1 hastada arka hyaloid temizliğinden önce 1 hastada ise arka hyaloidin kaldırılması ve temizlenmesinin ardından retinal yırtık tespit edildi. Yirtiklarin biri üst nazalde diğeri üst temporal kadranda idi. Yırtık etrafına 3-4 sıra endolaser fotokoagülasyon uygulandı. Bu gözler cerrahi sonunda afak olarak %18 SF6 ile bırakıldı.

Operasyon sırasında GIL takılmayan olgulardan 4’üne cerrahi sonrası 1 ile 2. aylarda skleral infüzyon eşliğinde skleral fiksasyonlu GIL implantasyonu yapıldı. Ileri derecede glokomatöz hasarı olan ve görme keskinligi tashihle artmayan bir hasta ise afak bırakıldı, vitrektomi sonrası göz içi basıncının yüksek seyretmesi nedeni ile aynı hastaya 3 hafta sonra trabekülektomi uygulandı. Altıncı ay kontrolünde hastanın göz içi basıncı ilâçsız olarak normal sinirlardaydi. Hastaların hiçbirine on kamara GIL veya iris fiksasyonlu GIL takılmadı.

Altıncı ay kontrolünde 2 gözde kistoid maküler ödem, optik koherens tomografide merkezi kalınlıkları azalmış (operasyon öncesi 541μ ve 652 μ; operasyon sonrası 231μ ve 278μ) olmakla birlikte devam etmekteydi. Operasyon sonrası 6 aylık takipte retina dekolmani veya yeni yırtık gelişimi izlenmedi.

TARTIŞMA

Oküler travma sonrasında kristalin lens tüm veya kısmı olarak vitreusa yer değiştirebilir. Lensin yer değiştirmesi bu hastalarda lentiküler miyopi, lentiküler astigmatizma, diplopi, pupiller blok glokomu, korneal endotel hasarı gibi nedenlerle görme azlığına neden olabilir (8). Ayrıca bu gözlerde travmanın ve lensin tetiklediği üveit ve glokom tabloları görülebilir ancak katarakt cerrahisi sırasında vitreusa düşen lens parçalarından farklı olarak tüm olarak lükse olan lensler vitreus içinde yıllarca komplikasyon oluşturmadan da kalabilir (12,13).

Modern vitrektomi tekniklerinin gelisiminden önce lens kapsülünün sağlam olduğu ve tümü vitreusa lükse olmuş lensli olgulara cerrahi tedavi düsünülmezken, günümüzde vitrektomi, ağır sıvılar ve görüntüleme sistemlerinin gelişmesi PPV ve arka segmentte fakofragmatom kullanımını tercih edilen cerrahi yöntem haline getirmiştir (13,14). Ancak arka segmentte fragmatom kullanımının beraberinde getirdiği bir takım riskler de bulunmaktadır. Bunların en başında fragmatomun emiş gücü ve ultrason akımına bağlı oluşabilecek retinal yirtiklar gelmektedir (15,16). Bu yüzden fragmatom kullanılmadan önce vitreus temizliğinin iyi yapılması ve mümkünse arka hyaloid kaldırılarak vitrektominin tamamlanması gerekir (10). Ultrason akımlarına bağlı gelisebilecek direkt retinal hasar ve lens partiküllerinin retinaya temas ederek verebileceği zarar ağır sıvıların fragmatom ile retina arasında tampon olarak kullanılması ile azaltılabilir (16,17).

Arka segmentte fakofragmantasyon fragmatom ucu veya kılıfı çıkartılmış çıplak standart fako ucu ile yapılabilir (9). Fragmatom ucu standart uca göre biraz daha uzun olup iç lümen çapı daha dardır. Aksiyel uzunluğu fazla olan gözlerde daha kullanışlıdır. Biz cerrahi uygulamalarimizda fragmatom ucunu tercih etmekteyiz. Ayrıca skleral yanık oluşumunu engellemek için fragmatom uygulamadan önce girişi MVR bıçak ile bir miktar genişletip, şişe yüksekliğini 10 cm artırarak göz içinden bir miktar sıvının kaçışına müsaade ederek probun ısınmasının önüne geçtiğimizi düşünmekteyiz. Hiçbir olguda fragmatom kullanımına bağlı gelişen skleral yanık veya retinal yırtık gözlemlemedik.

2 olguda nükleusun çok sert olması ve fakofragmatomun yetersiz kalması nedeni ile nükleus ağır sıvı ile yüzdürülerek 8mm’lik korneal kesiden çıkartıldı. Bu olgulardan bir tanesi 7 yıllık olup lens kapsülü içindeki korteks tamamen rezorbe olmuş sadece nükleus mevcut idi. Merkezde duran nukleusun ekvatorunda on ve arka kapsül birleşmiş, etek görünümündeydi. Bu olgularda cerrahiye fragmatomla devam etmek hem cerrahi süresini uzatacak hem de göz içinde uzun süreli ultrason enerjisi kullamina bağlı olarak retinal hasar olusturabilecekti. Bizim düşüncemiz hüçük bir skleral kesiden göze girebilen fragmatom üçünün son derece kullanışlı olduğu ancak nükleusun çok sert olduğu olgularda bu yöntemde ısrarcı olmanı n göze 8 mm’lik bir korneal kesiden daha fazla zarar verebileceği yönündedir.

Bilindiği gibi travmatik lens sublüksasyonu, lüksasyonu olan hastalar genellikle kliniğe eşlik eden oküler patolojiler ve/veya görme keskinliğinde azalma şikayeti ile müracaat etmektedir. Klinigimize müracaat eden hastalar içinde en kısa sürede müracaat eden hastalar eşlik eden konjonktival laserasyon (1.gün, gözden kan gelmesi şikayeti ile) ve kornea epitel defekti olan (1. gün, gözde şiddetli batma ve gözünü açamama şikayeti ile) hastalardi. Kliniğe bir haftadan kısa sürede müracaat eden hastaların hepsi şehir sınırları içinde oturmaktaydı. Kliniğe 6 aydan daha geç müracaat eden hastaların ucu de ilçe ve köylerden gelen bayan hastalardi. Bazı hastalarda vitreusa düşen lens görme azalması dışında bir rahatsızlığa yol açmamakta ve hastalar travma öyküsünden yıllar sonra görülebilmektedir. Bizim tedavi ve takibini yaptığımız hastalardan 2 tanesinde bu süre 1 yılın (2 ve 7 yıl) üzerindeyken literatürde 30 yılı bulan olgular bildirilmiştir (11).

Oküler travmanın oluş biçimine ve şiddetine bağlı olarak bu hastalarda iris sfinkter rüptürü ve iridodiyalize bağlı pupil şekil ve hareket bozuklukları görülebilmektedir (18). Eğer mümkünse bunların cerrahi sırasında iridoplasti ve pupilloplasti ile giderilmesi hastanın öncelikli olarak estetik kaygılarını gidermede fayda sağlamaktadır. Vitrektomi sırasında büyük pupillanin avantajlarından faydalanıp bu adımları cerrahinin son aşamasına bırakmakta fayda vardır.

Oküler travma ve lensin vitreusa yer değiştirmesi katarakt cerrahisi sonrası vitreusa düşen lens parçalarındaki kadar olamasa bile hafif şiddetli bir intraoküler inflamasyonu tetiklemekte ve epiretinal membran ve kistoid maküler ödem gibi retinal patolojilerin gelişiminde rol oynayabilmektedir (13). Travma sonrası müracaat süresi 11 ay olan bir olguda vasküler yapılarda çekintiye sebep olan klinik olarak belirgin epiretinal membran ve müracaat süreleri 4, 7 ay olan iki olguda kistoid maküler ödem mevcuttu. Cerrahi sırasında epiretinal membran temizlendi ve kistoid maküler ödemli iki olguda arka hyaloid kaldırıldı. Operasyon sonrası 6. ay muayenesinde membrani temizlenen olguda retinal kirisikligin büyük oranda düzeldiği ve görme keskinliginin arttığı izlendi. Maküler ödemli olgularda optik koherens tomografi bulgularında bariz düzelme ve tashihli görme keskinliğinde artış olduğu ancak ödemin az da olsa sebat ettiği görüldü. Epiretinal membran temizlenen olgunun görme keskinligi 0,5 seviyesine ulaşırken, maküler ödemli olguların görme keskinlikleri 0.3 seviyesinde kaldı (operasyon öncesi görme keskinlikleri 0,1’in altındaydı).

Travmatik lens dislokasyonu olan hastalar retina dekolmani ile müracaat edebilirler (7). Chaundhry ve arkadaşlarının ortalama 18 ay takibini yaptıkları serilerinde 1 hastada operasyon öncesinde ve iki hastada takipte retina dekolmani geliştiği görülmüştür (7). Yine Kazemi ve arkadaşlarının takibini yaptıkları hasta grubunda travma etyolojili 9 hastadan birinde operasyon sonrasında retina dekolmani gelişmiş ve skleral çökertme ile tedavi edilmiştir (8). En az 6 aylık takibini tamamlayan bu hasta grubu içinde operasyon öncesi ve sonrası 6 aylık dönemde retina dekolmani izlemedik. Operasyon öncesi vitreus hemorajisi olan bir hastada arka hyaloid kaldırılmadan önce yapılan muayenede at nalı yırtık tesbit edildi ancak beraberinde retina altı sıvı yoktu. Hasta travma anından sonraki 5. günde opere edilmişti. Daha geç müracaat etmesi veya operasyonun gecikmesi durumunda retina dekolmani gelişebilirdi. Ayrıca bir hastada arka hyaloid kaldırılmadan önce yırtık görülememesine rağmen arka hyaloid kaldırılması, temizlenmesi ve fakofragmantasyonu takiben yapılan muayenede ora serrataya yakın küçük bir delik geliştiği görüldü. Bu deliğin travmadan ziyade arka hyaloid kaldırılırken oluşan traksiyona bağlı geliştiği düşünüldü. Her iki olguya da ıntraoperatif olarak yırtık çevresine argon laser fotokoagülasyon uygulandı ve operasyon sonunda GIL implante edilmeden %18 SF6 gazi ile bırakıldı. Her iki olguya da 2 ay sonra skleral fiksasyonlu GIL takıldı 6. ay kontrollerinde tashihli görme keskinlikleri 0.6 ve 0.8 olarak tespit edildi.

Travmatik lens dislokasyonu olan gözlerde lense yönelik operasyon sonrası tek taraflı afaki ortaya çıkmaktadır. Yaşlı hastalarda kontakt lens kullanımı bir seçenek olarak karşımıza çıkarken daha genç hastalarda göz içi lens implanasyonu görsel rehabilitasyon açısından daha uygun bir seçenek olarak görülmektedir (19). GIL implantayonu vitrektomi ile kombine olarak veya sonrasında uygulanabilir. Bu hastalarda kapsül desteği olmadığı için GIL on kamaraya konulabilir, irise veya skleraya fiske edilebilir (11,12,13,14,15,16,17,18,19). GIL implantasyon yöntemi hususunda ilerleyen dönemde endotel hücre kaybına neden olabileceği için on kamara GIL’i öncelikli tercihimiz değildi (20,21). Klinik tecrübemizin fazla olmaması ve GIL fiyatları nin daha yüksek olması nedeni ile skleral fiksasyonlu GIL implantasyonunu iris fiksasyonlu GIL’lere tercih ettik. Implantasyonunun 3 mm’lik kesiden yapılabilir olması ve göz içi manuplasyonunun kolay olaması nedeni ile 3 parçalı hidrofobik akrilik GIL’leri öncelikli olarak tercih ettik (22). çalışmaya katılan hastaların 11 tanesinde vitrektomi ile kombine, diğer 5 gözün 4’üne ise vitrektomi sonrası 1 ile 2. aylarda skleral fiksasyon yöntemi ile 3 parçalı katlanabilir hidrofobik akrilik GIL implante edildi. Aynı seansta GIL implantasyonu yapılacak hastalarda vitrektomiye başlanmadan skleral fleplerin hazırlanması tercih edildi. Ayrı seansta yapılan GIL implantasyonlarinda ise skleral flepler hazırlandıktan sonra pars planadan infüzyon kanülü takılarak GIL implantayonu sırasında gözün tonusu sağlandı. 6 aylık takipte hastaların hiçbirinde desantralizasyon veya tilt gibi komplikasyonlar izlenmedi (23).

Kristalin lensin travmaya bağlı olarak yer değiştirdiği hastalarda lensin pozisyonunun bozulmasına, eşlik eden korneal ve retinal patolojilere ve göz içi kanamalara bağlı olarak görme keskinligi önemli derecede azalmaktadır. Çalismamizdaki hastaların 15’inde düzeltilmiş görme keskinligi 0.5 düzeyinin altında tesbit edildi. 9 hastanın görmesi parmak sayma düzeyindeydi. Bunun yani sıra lensi vitreusa lükse olmuş ve ek korneal ve retinal patolojisi olmayan bir hastada düzeltilmiş görme keskinligi afak tashihle 0.6 seviyesine ulasabilmekteydi.

Operasyon sonrası 6. aydaki görme keskinliklerine baktığımızda tashihli görme keskinligi 0,5’in üzerine çıkmayan 6 hastanın 2’sinde sebat eden kistoid maküler ödem, birinde glokomatöz optik sınır hasarı, 2’sinde drusen ile karakterize kuru tıp yasa bağlı maküla dejenerasyonu ve birinde makulada retina pigment epitel atrofisi vardı. Diğer 10 hastada (%62.5) görme keskinligi 0,5 düzeyinin üzerinde olup, 6’sinda (%37.5) 0,8 düzeyinin üzerinde görme tespit edildi. Chaudhry ve arkadaşlarının travmatik sublükse ve lükse lensli hastalarda yaptıkları kombine PPL, PPV ve skleral fiksasyonu GIL impantasyonu cerrahisinin sonuçlarını değerlendirdikleri makalede, operasyon sonrası en az 6 aylık takipte görme keskinlig inin gözlerin %47.8’inde 20/40 düzeyinin üzerinde olduğunu bulmuşlardır (7). Seo ve arkadaşları 15 tanesi travmaya bağlı toplam 23 lükse lensli hasta serisinde ortalama 11 aylık takip sonucunda gözlerin %73.9’unda görme keskinliginin 20/40’in, %47.8’inde ise 20/25’in üzerinde olduğunu ifade etmişlerdir (13). Her iki seri de de görme keskinligi 20/40’in üzerine çıkmayan hastalarda travmaya bağlı makülopati, travmatik veya glokomatöz optik atrofi, epiretinal membran, kistoid maküler ödem, retina dekolmani veya ambliyopi gibi retina veya görme yollarını etkileyen ek patolojilerin varlığına dikkat çekilmiştir (7,8,9,10,11,12,13).

Omulecki ve arkadaşları 20’si travmatik toplam 30 lükse lensli, fakofragmantasyon, PPV ve kombine on kamara veya skleral fiksasyonlu GIL implantasyonu yaptıkları hasta serisinde, göz içi basıncının operasyon sonrasında gözlerin %64’ünde (operasyon öncesi göz içi basıncı yüksek olan 11 hastanın 7’sinde) normale geldiğini, diğerlerinde antiglokomatöz tedavi gerektiğini ifade etmişlerdir. Lens lüksasyonu için tedavi edilen diğer hasta serilerine göre sekonder glokomun yüksek oluşunu kendi serilerinde travmatik lens lüksasyonunun fazlalığına bağlamışlardır (19). Tamamı travmatik etyolojiye bağlı lens sublüksasyonu, lüksasyonu gösteren gözlerin tedavi ve takibinin yapıldığı serimizde operasyon sonrası 6. Ay takibinde gözlerin %66.6’sinda (operasyon öncesi göz içi basıncı yüksek olan 9 hastanın 6’sinda) göz içi basıncının medikal tedavisiz normale döndüğü, 1 hastada cerrahi tedavi, 2 hastada ise topikal antiglokomatöz tedavi gerektiği belirlenmiştir.

Travmatik sublükse, lükse lensli hastalarda pars plana yolu ile yaklaşım limbal lens ekstraksiyonuna göre güvenilir bir yoldur. Lense yönelik müdahale öncesinde vitreus temizliğinin iyi yapılması, fakofragmantasyon esnasında ağır sıvıların kullanılması ve skleral çökertme ile retina periferinin muayene edilmesinin operasyonun güvenliği ve etkinliğini artırdığı gösterilmiştir. Lensin pozisyonuna göre pars plana lensektomi, fakofragmatom ile vitreus boşluğunda lens temizliği ya da nükleusun çok sert olduğu olgularda nükleusun ağır sıvı ile yüzdürülerek korneal kesiden çıkartılması tercih edilebilir. Bu gözlerde görsel rehabilitasyonun sağlanabilmesi GIL implantasyonu vitrektomi ile beraber veya ayrı olarak uygulanabilir. Bu hastalarda iyi görsel sonuçlara ulaşmada en önemli belirleyici ek oküler patolojilerin varlığıdır. Bu gözlerin 6 aydan daha uzun süreli sonuçlarını değerlendirmek için daha uzun takipli çalışmalara ihtiyaç vardır.