Terminal Glokomlu Olgularda İmplante Edilen Silikon ve Polipropilen Ahmed Glokom Valflerinin Klinik Sonuçları - Orijinal Araştırma
PDF
Atıf
Paylaş
Talep
Özgün Araştırma
P: 381-388
Eylül 2008

Terminal Glokomlu Olgularda İmplante Edilen Silikon ve Polipropilen Ahmed Glokom Valflerinin Klinik Sonuçları - Orijinal Araştırma

Turk J Ophthalmol 2008;38(5):381-388
1. S.B Istanbul Egitim Ve Arastirma Hastanesi Göz Klinigi, Istanbul
2. S.B. Istanbul Egitim Ve Arastirma Hastanesi, Göz Klinigi, Istanbul, Türkiye
Bilgi mevcut değil.
Bilgi mevcut değil
Alındığı Tarih: 08.12.2007
Kabul Tarihi: 08.07.2008
PDF
Atıf
Paylaş
Talep

ÖZET

Amaç:

Terminal glokomlu olgularda implante edilen silikon ve polipropilen Ahmed Glokom Valflerinin (AGV) klinik sonuçlarının karşılaştırılıp etkinlik ve güvenilirliklerinin değerlendirilmesi.

Materyal-Metod:

Mart 2006 ve Ekim 2007 tarihleri arasında kliniğimizde gerçekleştirdiğimiz prospektif çalışmada terminal glokomlu 22 hastanın 22 gözüne AGV implantasyonu yapıldı. Hastalar iki gruba ayrıldı. Birinci gruptaki 11 göze polipropilen AGV (model S2); ikinci gruptaki 11 göze ise silikon AGV (model FP7) takıldı. Preoperatif degerlendirmede hastaların demografik özellikleri, glokom tipleri ve klinik özellikleri kaydedildi. Postoperatif dönemde ise görme keskinlikleri, göz içi basınçları (GİB), antiglokomatöz damla sayısı ve postoperatif komplikasyonlar göz önünde bulunduruldu.

Sonuç:

Her iki tip AGV karşılaştırıldıgında her iki yöntemin de etkin ve güvenilir oldugu kanısındayız. Bununla birlikte silikon AGV'nin (model FP7) GİB'ını düşürmede istatistiksel olarak anlamlı derecede daha etkili (p<0.05) oldugunu gördük.

Bulgular:

Postoperatif dönemde ortalama takip süresi 12.1±3.1 (± SD) ay idi. Preoperatif dönemde ölçülen GİB P-AGV grubunda 38 mm Hg; S-AGV grubunda ise 41.33 mm Hg idi. Son kontrollerde ölçülen GİB P-AGV grubunda 16.33 mm Hg; S-AGV grubunda ise 12 mm Hg idi. S-AGV grubunda sadece bir hastada (%9.09) antiglokomatöz damla ihtiyacı görüldü. Ancak P-AGV grubunda 3 hastada (%27.27) antiglokomatöz damla kullanılması gerekli oldu. Gruplar arasındaki ortalama GİB farkının ve kullanılan antiglokomatöz damla sayılarının istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı oldugu saptandı (p<0.05). Gruplar arasında görme keskinligi veya komplikasyon açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p>0.05). Postoperatif birinci günde; S-aGv grubunda 3 hastada (%27.27), P-AGV grubunda ise 2 hastada (%18.18) ön kamaranın silik olması nedeni ile viskoelastik madde ile ön kamara oluşturuldu. Postoperatif birinci günde toplam 8 hastada (%36.36) minimal hifema izlendi. S-AGV grubunda 1 hastada postoperatif 1.günde görülen fibrin membran 3.günde kendiliginden rezorbe oldu.

GİRİŞ

Glokom drenaj cihazları, standart filtrasyon cerrahileri ile tedavinin zor oldugu glokom tiplerinde hümör aközün ön kamaradan subkonjonktival alana akışını sag-lamak amacı ile kullanılırlar. Neovasküler glokom, üve-itik glokom, penetran keratoplasti sonrası glokom, irido-korneal endotelial sendrom ve diger sekonder glokomlar tedavinin en zor oldugu ve bu cihazların kullanıldıgı glokom tipleridir (1-4).

Tedavinin zor oldugu glokom tiplerinde kullanılan glokom drenaj cihazlarının çeşitli materyallerden yapılmış farklı tasarımları vardır. Hayvan deneylerinde silikonun, polipropilene göre daha az inflamasyona ve fib-rozise neden oldugu görülmüştür (5,6).

Ocak 2003 tarihinden itibaren FDA onaylı yeni bir tip Ahmed Glokom Valfi (AGV) (New World Medical, Inc., Rancho Cucamonga, CA) kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni modelde (model FP7) materyal olarak polip-ropilen (model S2) yerine silikon kullanılmıştır. Silikondan yapılmış bu yeni modelin tasarımı da farklıdır. Kon-joktiva ve tenon kapsülü altma implantasyonu kolaylaştırmak için bu modelin arka kenarı egimli olarak tasarlanmıştır. Ayrıca bu modelde 3 adet delik bulunmaktadır.

Bu çalışmanın amacı, terminal glokomlu olgularda implante edilen silikon ve polipropilen AGV'lerin klinik sonuçlarının karşılaştırılıp etkinlik ve güvenilirliklerinin degerlendirilmesidir.

MATERYAL ve METOD

Mart 2006 ve Ekim 2007 tarihleri arasında klinigi-mizde gerçekleş tirdigimiz prospektif çalışmada terminal glokomlu 22 hastanın 22 gözüne AGV implantasyonu yapıldı. Bu çalışmaya dahil edilen olgulara daha önceden glokom drenaj cihazı takılmamıştı ve herhangi bir siklodestrüksiyon işlemi yapılmamıştı. Hastalar iki gruba ayrıldı. Birinci gruptaki 11 göze polipropilen AGV (model S2); ikinci gruptaki 11 göze ise silikon AGV (model FP7) takıldı. Preoperatif degerlendirmede hastaların demografik özellikleri, glokom tipleri ve klinik özellikleri kaydedildi. Ameliyat öncesinde tüm hastalardan onam formu alındı.

Cerrahi Teknik:

Hastalar lokal anestezi altında aynı cerrah tarafından ameliyat edildi. Üst temporal kadranda konjonktiva ve tenon kapsülü forniks tabanlı olacak şekilde açıldı. Episkleral plagm sütürasyonu için üst temporal kadranda limbusa 10 mm uzaklıkta bir mesafe öngörülerek konjoktiva 90°-120° arasında açılıp rektus kasları izole edildikten sonra arkaya dogru diseksiyon yapılarak episkleral plagm sütüre edilecegi sklera açıga çıkarıldı ve koterize edildi. Tüpün ön kamaraya girecegi alanda 6x4 mm boyutlarında yarım kat kalınlığında limbus tabanlı skleral flep oluşturuldu. Tüpün episkleral plaktan itibaren geçirebileceği 4x2 mm boyutlarında yarım kat kalınlığında skleral tünel hazırlandı. Tüpün açık olup olmadığı dengeli tuz solusyonu kullanılarak episkleral plaga dogru sıvı geçişinin görülmesi ile kontrol edildi. Episkleral plagm egimli yüzeyi skleraya karşı gelecek şekildi rektus kaslarının insersiyolarmın gerisinde imp-lantasyon amaçlanarak ekvatorun gerisine yerleştirildi (Resim 1). Fiksasyonu saglamak amacı ile episkleral plakta bulunan fiksasyon platformundaki açıklardan 2 adet polyester sütürle (Ethibond) skleraya sütüre edildi. Temporal kadrandan yapılan kornea parasentezinden viskoelastik madde verilerek ön kamara derinliginin korunması saglandı. Kornea içinde iris planına paralel olacak biçimde 23 gauge MVR (mikrovitreoretinal bıçak) kullanılarak skleral tünelin altından ön kamaraya girildi (Resim 2). Tüpün ucu ön kamarada 2-3 mm kalacak şekilde kesildi. Düz bir forseps kullanılarak, episkleral plaktan itibaren skleral tünelden geçirilerek ön kamaraya sokuldu (Resim 3). Skleral flep ve konjonktiva 8/0 polyglaktin sütür (Vicryl) kullanılarak kapatıldı. Para-sentez yerinden tekrar dengeli tuz solusyonu verilerek ön kamara oluşturuldu ve konjonktivadan sızıntı olup olmadıgı kontrol edildi. Ameliyat subkonjonktival olarak uygulanan 20 mg gentamisin (Gentreks®) ve 2.5 mg deksametazon fosfat (Deksamet®) enjeksiyonundan sonra bitirildi.

Hastaların tümü postoperatif l.gün, 1.hafta, 1. ay, 2. ay, 3. ay, 6. ay ve sonrasında 3 ayda bir kontrole çag-rıldılar. Cerrahi sonrasında hastalara 4 hafta boyunca günde 5 defa prednisolon asetat %1 (Pred Forte®) ve of-loksasin %3 (Exocin®) verildi. Postoperatif dönemde görme keskinlikleri, göz içi basınçları (GİB), antigloko-matöz damla sayısı ve postoperatif komplikasyonlar göz önünde bulunduruldu.

"Cerrahi başan" şu şekilde tanımlandı: Son kontrolde ölçülen GİB'in 22 mm Hg'dan az 5 mm Hg'dan fazla olması, tekrar glokom cerrahisi yapılmamış olması, ışık hissinin kaybolmamış olması, ciddi bir komplikasyon gelişmemiş olması. Bu tanımlamaya ek olarak, GİB ilaçla kontrol altında tutulabiliniyorsa bu olgular "kısmi başarı" smıfma dahil edildi. Görme keskinliginde ciddi düşüşe neden olan veya cerrahi düzeltmeyi gerekli kılan durumlar ciddi komplikasyon olarak tanımlandı. Bu komplikasyonları tüpe baglı olan ve baglı olmayan komplikasyonlar olarak iki gruba ayırabiliriz. Tüpe bag-lı komplikasyonlar tekrar cerrahi düzeltme gerektiren tüpün tıkanması, yer degiştirmesi, konjonktiva altından çıkması gibi komplikasyonlardır. Tüpe baglı olmayan ciddi komplikasyonlar ise şunlardır: Sıg ön kamara ("ön kamara oluşturulması" gerektiren olgular), hipotoniye baglı makülapati, cerrahi drenaj gerektiren geniş koro-id efüzyonu, suprakoroid hemorajisi, cerrahi olarak boşaltılmayı gerektiren total hifema, retina dekolmanı (RD), vitre içi hemoraji (VİH), endoftalmi, korneal de-kompansasyon. GİB 5 mm Hg olması hipotoni olarak tanımlandı.

İstatistiksel analiz SPSS 11.5 programı kullanılarak yapıldı. Ortalama degerlerin karşılaştırılmasında Mann-Whitney U Testi kullanıldı. Çapraz tablolar ve başarı oranları analizinde chi-square testi; postoperatif dönemde GİB degişimi tekrarlı ölçümler analizi ve Pillai's Trace testi ile degerlendirildi. Preoperatif ve postoperatif görme keskinliklerinin karşılaştırılmasında Wilcoxon testi kullanıldı. "p" degerinin 0.05 oldugu durumlar istatistiksel olarak anlamlı bulundu.

BULGULAR

Mart 2006 ve Haziran 2007 tarihleri arasında gerçekleş tirdi gimiz prospektif çalışmada terminal glokomlu 22 hastanın 22 gözüne AGV implantasyonu yapıldı. Hastalar iki gruba ayrıldı. Birinci gruptaki 11 göze polipropilen AGV (model S2); ikinci gruptaki 11 göze ise silikon AGV (model FP7) takıldı. Tablo 1'de her iki gruptaki hastaların klinik özellikleri özetlenmektedir. Hastaların demografik özelliklerinin istatistiksel analizi yapJdıgmda her iki grup arasında anlamlı bir fark olmadıgı (>0.05) bulundu.

Postoperatif dönemde ortalama takip süresi 12.1± 3.1 ay idi. Preoperatif dönemde ölçülen GİB polipropilen AGV (P-AGV) grubunda 38 mm Hg; silikon AGV (S-AGV) grubunda ise 41.33 mm Hg idi. Son kontrollerde ölçülen GİB P-AGV grubunda 16.33 mm Hg; S-AGV grubunda ise 12 mm Hg idi. S-AGV grubunda sadece bir hastada (%9.09) antiglokomatöz damla ihtiyacı görüldü. Ancak P-AGV grubunda 3 hastada (%27.27) antiglokomatöz damla kullanılması gerekli oldu. Çalışmamızda 12. aydaki tam ve kısmi başarı oranları; S-AGV grubunda %76.2 ve %90.9, P-AGV grubunda ise %54.5 ve %72.7 idi. Gruplar arasındaki ortalama GİB farkının ve kullanılan antiglokomatöz damla sayılarının istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı oldugu saptandı (p<0.05). Gruplar arasında görme keskin-ligi veya komplikasyon açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p>0.05).

Cerrahiden yaklaşık 2-8 hafta sonra, bazı olgularda geçiçi bir GİB yükselmesi izlendi. S-AGV grubunda 3 hastada (%27.27), P-AGV grubunda ise 6 hastada (%54.54) ortalama 4.haftada (en erken 1.hafta, en geç 8 hafta) hipertansif faz gelişti. Gruplar arasındaki bu far-km istatistiksel olarak anlamlı oldugu görüldü (p<0.05). Bu gözlerde GİB kontrolü için antiglokomatöz damla tedavisi başlandı. Hipertansif faz gelişen gözlerde ortalama GİB 29.3±2.1 idi. Her iki gruptaki hastaların ortalama göz içi basınçlarının zamanla degişimi Grafik 1'de görülmektedir.

Postoperatif birinci günde; S-AGV grubunda 3 hastada (%27.27), P-AGV grubunda ise 2 hastada (%18.18) ön kamaranın silik olması nedeni ile viskoelastik madde ile ön kamara oluşturuldu. Bu hastaların son kontrollerinde yapılan muayenelerinde GİB kontrolünün ilaçsız olarak saglandıgı görüldü. Postoperatif birinci günde S-AGV grubunda 4 hastada (%36.36); P-AGV grubunda ise yine 4 hastada (%36.36) minimal hifema izlendi. Bu hastaların tümünde hifema kendiliginden çekildi. Hifema gelişen hastaların son kontrollerinde yapılan muayenelerinde GİB kontrolünün ilaçsız olarak saglandıgı görüldü. S-AGV grubunda 1 hastada postoperatif t.günde görülen fibrin membran 3. günde kendiliginden rezorbe oldu.

TARTISMA

Göz içinden konjonktiva altına yapay bir madde ile drenaj saglama girişimleri ilk defa Rollet ve Morcau tarafından 1906 yılında yapılmıştır. Rollet o tarihte hipo-piyonlu bir hastada ön kamaraya kornea ponksiyonu ile iki adet at kılı sokarak hipopiyonun drenajım saglamış-tır. Bundan sonra aynı teknigin agrılı absolu glokomlu iki hastada kullanılması ile günümüz modern seton cerrahisinin ilk adımları atılmıştır (4). Seton kelime anlamı olarak "kalın ve sert kıl" olmasına ragmen glokom cerrahisinde açık bir drenaj fistülü saglamak için kullanılan sentetik ve inert materyalleri ifade eder. İlk translimbal glokom drenaj drenaj cihazı ise 1912 yılmda Zorab tarafından ön kamaradan subkonjonktival alana aköz drenajım saglamak için seton olarak kullanılan ipektir. Bu işleme "Aqueoplasty" denilmiştir (4). 1950'li yıllara kadar altm, tantalyum, cam, platin, magnezyum, polietilen, silikon, plastik, polivinil, akrilik, kollajen gibi çok çeşitli maddeler kullanılmıştır. Ancak bu denemelerde akım kontrolünün olmaması ve yabancı cisim reaksiyonu gibi nedenlerle başarılı sonuçlar elde edilememiştir (2,4,7,8).

Günümüzde yapılan glokom drenaj ameliyatlarındaki amaç kontrollü bir akım ve yabancı cisme karşı gelişen kronik inflamatuar cevabm olmadıgı bir glokom drenaj cihazının implante edilmesidir. Henüz tam olarak bu özellikleri taşıyan bir glokom drenaj cihazı üretilememiştir. Ancak 1906'dan bu güne kadar yapılan araştırmalarla bu hedefe giderek daha fazla yaklaşılmaktadır.

Klasik filtrasyon cerrahisi neovasküler glokom, travmatik glokom, üveitik glokom, iridokorneal endote-lial (İKE) sendrom, penetran keratoplasti sonrası glokom, konjenital glokom gibi olgularda başarılı olamamaktadır (9-11). Günümüzde bu gibi durumlarda glokom drenaj cihazları sıkça tercih edilen alternatif bir cerrahi tedavi olarak degerlendirilmektedir.

Bütün glokom drenaj cihazlarında çalışma prensibi aynıdır. Bu cihazların tüp kısmı ön kamaraya yerleştirilerek aköz hümörün ekvator arkasındaki episkleral plak yüzeyine taşınması saglanır. Episkleral plak etrafında oluşan fibrovasküler kapsülden difüzyonla geçen aköz, orbital kılcal ve lenfatik damarlara ulaşmaktadır. Bu cihazlardaki temel farklılık plak tasarımları ve ameliyat sonrası erken dönemde gelişen hipotoniyi engellemeye yönelik akım kontrol mekanizmalarıdır. Akım kısıtlamasız cihazlar şunlardır: Molteno, Baerveldt, Schocket. Akım kısıtlamalı cihazlar ise: Krupin Valfi, Joseph Val-fi, White Glokom Pompa Şantı, Optimed Glokom Basınç Regülatörü ve Ahmed Glokom Valfi (12). Biz bu çalışmada medikal veya klasik filtrasyon cerrahisine cevap vermeyen terminal glokomlu olgularda uygulanan silikon ve polipropilen Ahmed Glokom Valflerinin (AGV) klinik sonuçlarının karşılaştırılıp etkinlik ve güvenilirliklerinin degerlendirilmesini amaç edindik.

Ortalama takip süresi 12.1+3.1 ay olan hastalarımızın postoperatif dönemdeki son kontrollerinde ölçülen ortalama GİB ve kullanılan antiglokomatöz ilaç sayısının preoperatif degerlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olması Ahmed Glokom Valf implantas-yonunun terminal dönem refraktif glokomlu olgularda GİB'i düşürmede etkili oldugunu göstermektedir. Cole-man ve ark.'m Ahmed Glokom Valf implante ettikleri olgularda preoperatif 35,1+11,1 mmHg bulunan GİB ortalama degeri, postoperatif 14,4+4,8 mmHg'e düşmüştür (13). Ayyala ve ark'm yapmış oldukları çalışmada bu degerler sırasıyla 34,4+9,8 mmHg ve 18,2+8.4 mmHg bulunmuştur (14). Bizim çalışmamızda ise preoperatif dönemde ölçülen GİB P-AGV grubunda 38 mm Hg; S-AGV grubunda ise 41,33 mm Hg idi. Son kontrollerde ölçülen GİB P-AGV grubunda 16.33 mm Hg; S-AGV grubunda ise 12 mm Hg idi. Bu farkm istatistiksel olarak anlamlı oldugu görüldü (p<0.05). S-AGV grubunda bir hastada, P-AGV grubunda 3 hastada antiglokomatöz damla kullanılması gerekli oldu.

Tamçelik ve arkadaşlarının, tedaviye dirençli glo-komlularda uyguladıkları transekvatoryal implant cerrahisinin 14,6 ay sonundaki başarı oranları diabetik neo-vasküler glokomlularda %71, V. Santralis Retina kök trombozlularda %60, yetersiz filtran cerrahi uygulananlarda %75, afak glokomda %66, konjenital glokomda %73, sekonder glokomda %45 olarak bildirilmiştir (15). Farklı tip glokom olgularının dahil edildigi hasta gruplarında AGV implantasyonu sonrasında 1. yıldaki başarı oranlarını Coleman ve ark. %78, Ayyala ve ark. %77 ve Huang ve ark. %87 olarak bildirmişlerdir (13,14,16). Bizim çalışmamızda 12. aydaki tam ve kısmi başarı oranları; S-AGV grubunda %90.9 ve %72.7, P-AGV grubunda ise % 54.5 ve %72.7 idi.

Cerrahi sonrasında toplam 14 (%63,63) hastada komplikasyon görüldü (Tablo 2). Postoperatif dönemde en sık görülen komplikasyon 8 gözde (%36.3) gelişen hifema idi. Olgularının yaklaşık 1/3'ü neovasküler glokom olan Ayyala ve ark. erken dönemde en sık karşılaştıkları komplikasyonun hifema (%16.5) oldugunu bildirmişlerdir (14). Bizim çalışmamızda olguların %72'si neovasküler glokom idi. Hifema olan hastaların %90'ı neovasküler glokom idi.

Ahmed glokom valfinde venturi sistemi, 8mmHg'de tüpün lümenini tıkayarak erken postoperatif hipotoniyi önlemektedir. Huang ve ark. yaptıgı çalışmada olgularm %8'inde erken postoperatif hipotoni izlenmiştir (16). Ayyala ve ark. erken postoperatif dönemde (1. gün) 8 hastada (%8.3) ve geç postopertif dönemde (3.ayda) 3 hastada (%3.5) hipotoni izlenmiştir (14). Bizim çalışmamızda cerrahi sonrasında 1.günde; S-AGV grubunda 3 hastada (%27.2), P-AGV grubunda ise 2 hastada (%18.8) hipotoni ve sıg ön kamara nedeni ile viskoelas-tik madde ile ön kamara oluşturuldu. Bu hastaların son kontrollerinde yapılan muayenelerinde GİB kontrolünün ilaçsız olarak saglandıgı görüldü. Yalvac ve ark. AGV implantasyonu sonrası GİB'de ani azalma sonucu oluşan dekompresyon retinopatisi bildirmişlerdir (17). Bizim olgularımızda böyle bir komplikasyon gelişmedi. Tüpün tıkanması hem erken hem de geç dönemde karşılaşılan en önemli komplikasyonlardan biridir. Tüpü kapatan en önemli nedenler; fibrin, kan, iris ve vitreustur. Bu çalışmada hiçbir olguda tüpün agzı tıkanmadı. Uzun dönemde en sık görülen komplikasyon tüpün işlev görmemesidir. Bu durum, fonksiyonsuz enkapsüle bleb oluşumuna veya üst seviyelerden cihaz tıkanmasına baglı olarak ortaya çıkmaktadır (6,7,18).

AGV implantasyonu sırasında asla gövdenin ön kısmındaki kapakçık bölgesine dokunulmamalıdır. Bu bölgenin pensetlerle sıkılarak tutulmasının kapakçıkla gövde arasında bir boşluk oluşturdugu ve bu bölgeye dogru olan fibrovasküler büyümenin geç dönemde başarısızlı-ga neden oldugu gösterilmiştir. Ayrıca bu bölgeye mani-pülasyonun valf mekanizmasını bozarak erken hipotoni-ye neden olabilecegi ileri sürülmüştür (19).

Silikon tüpün konjonktivada erozyona yol açarak açıga çıkması glokom drenaj cihazının hangi cerrahi teknik ile implante edildigine baglı olarak ortaya çıkan bir komplikasyondur (20,21). Skleral tünel tekniginin kulla-mldıgı Özdamar ve Ollila'nm çalışmalarında bu komplikasyonun görülmedi gi bildirilmektedir. Bizim çalışmamızda skleral flep ile kombine skleral tünel teknigi uygulanarak AGV implante edilmiştir. Çalışmamızın sonucunda hiçbir olguda bu komplikasyon gelişmemiştir.

Cerrahiden yaklaşık 2-9 hafta sonra, episkleral plak etrafında oluşan enkapsülasyon sahasındaki inflamasyo-nun ve ödemin gerilemesine kadar geçen süredeki düşük geçirgenlik geçiçi bir GİB yükselmesine sebep olabilir. GİB'teki bu geçici artış hipertansif faz olarak adlandırılmaktadır (22). Huang ve ark. Ahmed Glokom Valfi implante ettikleri çeşitli tipteki glokom hastalarında postoperatif 2.aydaki ortalama GİB'in 1 ve 2.yıllardakine göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulduklarım bildirmişlerdir (16). Nouri ve Caprioli'nin yaptıkları çalışmada hipertansif faz gelişme oranı %56 idi (22). Bizim çalışmamızda S-AGV grubunda 3 hastada (%27.27), P-AGV grubunda ise 6 hastada (%54.54) ortalama 4.haftada (en erken 1.hafta, en geç 8 hafta) hipertansif faz gelişti. Gruplar arasındaki bu farkm istatistiksel olarak anlamlı oldugu görüldü (p<0.05). Bu gözlerde GİB kontrolü için antiglokomatöz damla tedavisi başlandı. Hipertansif faz gelişen gözlerde ortalama GİB 29.3±2.1 idi. Gövde materyali silikon olan AGV model FP-7'nin daha az inflamasyona yol açtıgı için, hipertansif faz gelişme oranının daha düşük oldugu kanısındayız.

Glokom cerrahisinde amaç; GİB kontrolü ve gloko-matöz optik nöropatinin daha fazla ilerlemesinin önlenmesidir. Öte yandan glokom cerrahisinden hemen sonra görülen aşırı filtrasyon; koroid efüzyonu, suprakoroidal hemoraji, retina dekolmanı, hifema, silik ön kamara, hi-potoni makülapatisi gibi komplikasyonlara yol açabilir (23-26). Ahmed glokom valfinde venturi sistemi, 8 mmHg'de tüpün lümenini tıkayarak erken postoperatif hipotoniyi önlemektedir (27). Klinigimizde yaptıgımız çalışmada gövde tipi silikon olan AGV (model FP-7) implantmm polipropilen tipe (model S2) göre postoperatif birinci günde daha fazla filtrasyon ve hipotoniye yol açtıgmı gördük. Hipotoni nedeniyle ön kamaranm silik oldugu S-AGV grubundaki 3 hastada (%27.2), P-AGV grubunda ise 2 hastada (%18.8) ön kamara viskoe-lastik madde enjeksiyonu ile oluşturuldu. Bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadıgı görüldü. Bu hastaların son kontrollerinde yapılan muayenelerinde GİB kontrolünün ilaçsız olarak normal sınırlarda saglandıgı görüldü. Öte yandan geç dönem başarı oranları karşılaş tırıldı-gmda bunun polipropilen tip AGV'de daha düşük oldugu izlenmektedir. Son kontrollerde ölçülen GİB P-AGV grubunda 16.33 mm Hg; S-AGV grubunda ise 12 mm Hg idi. S-AGV grubunda sadece bir hastada (%9.09) antiglokomatöz damla ihtiyacı görüldü. Ancak P-AGV grubunda 3 hastada (%27.27) antiglokomatöz damla kullanılması gerekli oldu. Gruplar arasındaki ortalama GİB farkmm ve kullanılan antiglokomatöz damla sayılarının istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı oldugu saptandı (p<0.05). Gruplar arasında görme keskinligi veya komplikasyon açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p>0.05).

Elde edilen veriler ışıgmda, silikon implantm daha az fibrosise yol açarak daha ince bir fibrotik doku ile kuşatıldıgı ve dolayısı ile postoperatif GİB'in daha düşük seviyelerde kaldıgı öngörülebilir. Ancak göz önünde bulundurulması gereken diger bir unsur gövde tipi silikon olan AGV (model FP7) implantmm elastomer zarların stabilitesine etki edip etmedigidir. Daha elastik bir yapıya sahip olan silikon bu elastomer zarlarm venturi dinamigine etki ederek filtrasyonun daha çok olmasma yol açabilir. Bu konunun aydınlatılması için daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.

Sonuç olarak, klasik filtrasyon cerrahisi başarı şansı düşük olan glokomlu gözlerde uygulanan her iki tip AGV karşılaş tırıldıgında her iki yöntemin de etkin ve güvenilir oldugu kanısındayız. Bununla birlikte silikon AGV'nin (model FP7) GİB'ım düşürmede istatistiksel olarak anlamlı derecede daha etkili (p<0.05) oldugunu gördük.