Öz
Amaç
Juvenil maküla dejenerasyonu (JMD) hastalarında foveal lezyon ve tercihli retina alanı (TERA) yerleşimlerini ve bunların görme keskinliği üzerindeki etkilerini değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem
Bu retrospektif çalışmada, bilateral santral görme kaybı olan 14 JMD hastasının (28 göz) Scaning lazer oftalmoskop/optik koherens tomografi ile değerlendirilmesi yapıldı. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), maküler lezyonun boyutu ve konumu, TERA’nın yerleşimi ve stabilitesi değerlendirildi. Retina, fovea referans alınarak dört kadrana ayrıldı; ölçümler cihazın kendi kumpasıyla derece cinsinden yapıldı ve mikrona çevrildi.
Bulgular
Ortalama EİDGK 0,84±0,17 minimum rezolüsyon açısının logaritması idi. TERA, gözlerin %64,3’ünde üstte, %35,7’sinde nazalde yerleşmişti. TERA yerleşimi hastaların yaşıyla anlamlı şekilde ilişkiliydi (r=0,541, p=0,002); nazal TERA’lar daha genç hastalarda (ortalama yaş 15,1±2,8 yıl), superior TERA’lar ise daha ileri yaştaki hastalarda (ortalama yaş 22,4±6,9 yıl) daha sık görüldü. Superior TERA’lar, nazal TERA’lara göre foveaya anlamlı derecede daha yakındı (p=0,014). Lezyon boyutu ve TERA-fovea mesafesi arttıkça görme keskinliği kötüleşti. TERA-fovea mesafesi genç hastalarda daha uzundu ve bu mesafe lezyon boyutu ile TERA-lezyon mesafesiyle pozitif korelasyon gösterdi.
Sonuç
JMD hastalarında TERA’lar ağırlıklı olarak superior ya da nazal yerleşimlidir. Genç hastalarda TERA genellikle nazalde ve foveaya daha uzakta yer almakta, bu da daha düşük görme keskinliği ile ilişkilidir. TERA’nın yaşla birlikte yer değiştirmesinde kortikal adaptasyon mekanizmalarının rolü olabilir. JMD’de TERA özelliklerinin anlaşılması, etkili az görme rehabilitasyonu stratejilerinin geliştirilmesi açısından kritik öneme sahiptir.
Giriş
Juvenil maküla dejenerasyonu (JMD), santral skotoma neden olan ve fovea fonksiyonunu ciddi şekilde bozan maküla lezyonlarına bağlı bilateral santral görme kaybı ile karakterizedir.1, 2 Kompansatuar bir mekanizma olarak hastalar sıklıkla, tercihli retina alanları (TERA) olarak bilinen eksantrik fiksasyon alanları geliştirir. Bunlar; okuma, yüz ve nesne tanıma gibi görsel görevler için alternatif fiksasyon noktaları olarak kullanılan, eksantrik retinanın daha sağlıklı kısımlarıdır.3 Crossland ve Rubin4, TERA’ları “belirli bir görev için görsel bir hedefle tekrar tekrar hizalanan, dikkatin yönlendirilmesi ve okülomotor referans olarak da kullanılabilecek bir veya daha fazla sayıda sınırlı, işlev gören retina bölgesi” olarak tanımlamıştır. TERA’ların konumu ve stabilitesi, görme keskinliği, fiksasyon stabilitesi ve rehabilitasyon sonuçlarında kritik bir rol oynar.5, 6
Farklı maküla patolojileri veya farklı görsel görevler için TERA’ların farklı konumlarda olabileceği kabul edilmekle birlikte, JMD hastalarında TERA paternleri ayrıntılı şekilde karakterize edilmemiştir. Mikroperimetri, bu hastalarda fiksasyonun yerini ve stabilitesini değerlendirmede değerli bir araçtır.2, 7 Bu çalışma, taramalı lazer oftalmoskop (TLO)/optik koherens tomografi (OKT) ile değerlendirilen JMD hastalarında foveal lezyon ve TERA lokasyonlarını ve bunların görme keskinliği üzerindeki etkilerini retrospektif olarak değerlendirerek bu bilgi boşluğunu doldurmayı amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntem
Çalışma için Dokuz Eylül Üniversitesi Etik Kurulu’ndan onay alındı (tarih: 23.06.2021, onay numarası: 2021/19-22 [6371-GOA]) ve çalışma Helsinki Bildirgesi’nin ilkelerine bağlı kalınarak yürütüldü. Az görme rehabilitasyonu için kliniğimize yönlendirilen JMD hastalarının kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmanın retrospektif doğası nedeniyle bilgilendirilmiş onam alınmadı. Çalışmaya, maküler lezyonlara bağlı bilateral santral görme bozukluğu olan 35 yaş altı hastalar dahil edildi. Görme keskinliğini etkileyen diğer göz hastalıkları olanlar, ailesinde diğer kalıtsal sistemik veya retinal hastalık öyküsü olanlar ve kayıtları eksik olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Toplamda, santral görme kaybı olan 14 JMD hastası (28 göz) çalışmaya dahil edildi.
En iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), Erken Tedavi Diyabetik Retinopati Çalışması (Lighthouse, Long Island, NY, ABD) eşeli kullanılarak değerlendirildi ve sonuçlar minimum rezolüsyon açısının logaritması (logMAR) olarak ifade edildi.
Tüm hastalar Optos TLO/OKT/mikroperimetri cihazı (Optos, Florida, ABD) ile monoküler olarak değerlendirildi. Daha önce yapılan çalışmalarda da Stargardt hastalığı gibi kalıtsal maküla hastalıklarında TERA özelliklerini analiz etmek için TLO ve TLO tabanlı mikroperimetri kullanılmıştır.8, 9, 10, 11, 12, 13 JMD ile ilişkili lezyonlar ve TERA’lar, az görme için yapılan klinik değerlendirmelerinin başında değerlendirildi. Bu amaçla hastalardan 5 saniye boyunca 2°’lik bir artı hedefine fikse olmaları istendi. Cihazın yazılımı sürekli olarak fiksasyonu takip ederken, hekim de eş zamanlı olarak fundusu ve fiksasyon davranışını gözlemledi. Sistem, fiksasyon noktalarını fundus görüntüsünde artı işaretlerinden oluşan bir küme olarak görüntülemektedir. Bu işaretlerin dağılımı fiksasyon alanını gösterir. Fiksasyon stabilitesi herhangi iki işaret arasındaki en büyük mesafe ile ölçüldü; bu değerin artması TERA’nın daha instabil olduğuna işaret etmektedir. Bu yaklaşım, iki değişkenli elips alanı veya %1°/%2° içindeki oran yöntemlerinden farklı olmasına rağmen, önceki klinik çalışmalarda kullanılmıştır (Şekil 1).7
Lezyon boyutu, en büyük dikey ve yatay çaplar ölçülerek değerlendirildi ve yüzey alanı, elipsoid bir şekil varsayımı altında hesaplanarak hastalar arasında standart bir karşılaştırma yapılması sağlandı.
Fovea, optik disk merkezinden yatay olarak 15,5 derece ve dikey olarak 1,3 derece mesafeye işaretlendi.14 Foveayı merkez olarak kabul ederek retinayı kadranlara ayırdık ve foveaya göre TERA konumunu superior (45°-135°), inferior (225°-315°), temporal (135°-225°) veya nazal (315°-45°) olarak sınıflandırdık (Şekil 2).
Ölçümler, cihazın dahili ölçüm aracı kullanılarak derece cinsinden kaydedildi ve bir derecelik görme açısının retinada 288 µm’ye eşit olduğu kabul edilerek birimler milimetreye dönüştürüldü.15 Ölçümler arasındaki varyasyonu en aza indirmek için tüm değerlendirmeler aynı hekim tarafından yapıldı.
İstatistiksel Analiz
İstatistiksel analizler için SPSS sürüm 22,0 (IBM Corp., Armonk, NY) yazılımı kullanıldı. Verilerin normal dağılım gösterip göstermediği Shapiro-Wilk testi ile değerlendirildi. Normal dağılım göstermeyen veriler için logaritmik düzeltme yapılarak parametrik testler kullanıldı. Parametrik olmayan veriler medyan ve aralık olarak, parametrik veriler ise ortalama ± standart sapma olarak ifade edildi. P değerinin 0,05 değerinden küçük olması istatistiksel anlamlı kabul edildi. İstatistiksel analizler için Pearson korelasyon analizi, Student t-testi ve ki-kare testi kullanıldı. Pearson korelasyon analizi ile lezyon boyutu, TERA konumu ve stabilitesi ile logMAR EİDGK arasındaki ilişkileri değerlendirildi.
Bulgular
On dört hastanın 8’i erkek, 6’sı kadındı ve yaş ortalaması 19,8±6,8 yıldı (aralık, 12-34). Tüm hastalarda JMD’ye bağlı belirgin santral görme keskinliği kaybı vardı. Ortalama EİDGK 0,84±0,17 logMAR (aralık, 0,52-1,15) idi. Dikey lezyon boyutu, yatay lezyon boyutu, lezyon alanı, lezyon kenarından TERA’ya olan mesafe, anatomik foveadan TERA’ya olan mesafe ve TERA stabilitesini içeren tanımlayıcı istatistikler Tablo 1’de verilmiştir.
Değerlendirilen tüm gözlerde eksantrik fiksasyon mevcuttu. Beş saniyelik fiksasyon görevi sırasında her gözde tek bir baskın TERA görüldüğünü belirtmek gerekir; ancak farklı görsel görevler için sekonder TERA’lar olma olasılığı vardır. TERA, 18 gözde (%64,3) superior, 10 gözde (%35,7) nazal yerleşimliydi. TERA lokalizasyonu ile hasta yaşı arasında anlamlı bir korelasyon saptandı (nokta-çift serili korelasyon, r=0,541, p=0,002). Yaş ortalaması, TERA yerleşimi nazal olan hastalarda 15,1±2,8 yıl, superior olan hastalarda ise 22,4±6,9 yıldı.
Yedi adolesan hastanın (10-18 yaş) birinde TERA bir gözde nazal, diğer gözde (dominant) superior yerleşimliydi. Diğer hastaların tümünde TERA her iki gözde de nazal yerleşimliydi. Yedi genç yetişkin hastanın (19-34 yaş) altısında her iki gözde de TERA superior yerleşimliydi; bir hastada ise TERA dominant gözde nazal, dominant olmayan gözünde ise superior yerleşimliydi.
Superior yerleşimli TERA’lar, nazal yerleşimli TERA’lara göre foveaya anlamlı derecede daha yakındı (p=0,014). Ortalama TERA-fovea mesafesi, nazal yerleşimli TERA’lar için 10,1±3,20 derece, superior yerleşimli TERA’lar için ise 6,90±2,44 dereceydi. TERA lokasyonu ve TERA stabilitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki yoktu (Student t-testi, p=0,071). TERA lokasyonu; EİDGK, yatay lezyon boyutu, dikey lezyon boyutu veya TERA-lezyon mesafesi ile ilişkili değildi (sırasıyla p=0,098, 0,195, 0,066 ve 0,093).
Pearson korelasyon analizi; logMAR EİDGK ile foveal lezyonun dikey (p=0,001, r=0,573) ve yatay (p=0,002, r=0,565) boyutları, lezyonun eliptik yüzey alanı (p=0,001, r=0,589) ve TERA-fovea mesafesi (p=0,009, r=0,487) arasında pozitif bir korelasyon olduğunu gösterdi. Bu sonuç, lezyon boyutu büyüdükçe ve TERA-fovea mesafesi arttıkça görme keskinliğinin kötüleştiğini göstermektedir. İstatistiksel olarak anlamlı bulunan tüm ilişkiler ve korelasyon katsayıları Tablo 2’de özetlenmiştir.
TERA-fovea mesafesi ile yaş arasında negatif korelasyon vardı (p=0,018, r=-0,443); bu da genç hastalarda mesafenin daha fazla olduğunu göstermektedir. TERA-fovea mesafesi ile yatay lezyon boyutu (p=0,001, r=0,581), dikey lezyon boyutu (p<0,001, r=0,745), lezyon alanı (p<0,001, r=0,684), TERA-lezyon mesafesi (p<0,001, r=0,800) ve EİDGK (logMAR) (p=0,009, r=0,487) arasında pozitif korelasyon saptandı. TERA-fovea mesafesi ile TERA stabilitesi arasında korelasyon saptanmadı (p=0,741, r=-0,065).
Lezyonun eliptik alanı, TERA-fovea mesafesi (p<0,001, r=0,684) ve EİDGK (logMAR) (p=0,001, r=0,589) ile pozitif korelasyon gösterdi; bu da maküler lezyonu büyük olan hastalarda TERA’nın foveadan daha uzakta yer aldığını ve görme keskinliğinin daha kötü olduğunu göstermektedir. TERA stabilitesi ile herhangi bir ölçüm arasında istatistiksel anlamlı korelasyon bulunmadı.
Tartışma
Çalışmamız, JMD hastalarında TERA’ların ağırlıklı olarak superior (%64,3) veya nazal (%35,7) yerleşimli olduğunu ve TERA lokasyonu ile hasta yaşı arasında anlamlı ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. On sekiz yaşından küçük hastalarda (ortalama yaş 15,1 yıl) tipik olarak nazal yerleşimli TERA izlenirken, genç yetişkinlerde (ortalama yaş 22,4 yıl) TERA daha yaygın olarak superior yerleşimliydi. Ayrıca, superior TERA’lar nazal TERA’lara kıyasla foveaya anlamlı düzeyde daha yakındı; ancak TERA konumu görme keskinliği veya lezyon boyutları ile ilişkili değildi.
TERA konumuna ilişkin bulgularımız önceki araştırmalarla uyumludur. Verdina ve ark.16 JMD hastalarının %86’sında TERA’ların superior ve %9,6’sında nazal yerleşimli olduğunu bildirmiştir. Benzer şekilde, Chiang ve ark.17, 59 JMD hastasının %48,3’ünde TERA’ların superior yerleşimli olduğunu bulmuşlardır. Sunness ve ark.11, Stargardt hastalığı olan hastaların %90’ında TERA’ların superior yerleşimli olduğunu bildirmiştir; ancak bu çalışmanın popülasyonu çalışmamızdaki popülasyondan yaşlıydı (ortalama yaş 34,2 yıla kıyasla 19,8 yıl).
Gözlemlerimize göre JMD’de TERA özellikleri, yaşa bağlı maküla dejenerasyonunda (YBMD) tipik olarak görülenlerden farklıdır. YBMD hastalarında eksantrik TERA’lar genellikle atrofik maküla skarının sınırında gelişirken,7, 18 JMD hastalarımızda TERA’lar lezyon kenarından daha uzak bir mesafede görülmüştür. JMD hastalarımızda ortalama eksantrik TERA-lezyon mesafesi 4,01±1,72 dereceydi; bu, Verdina ve ark.16 tarafından bildirilen 4,59±2,36 dereceye benzer, ancak YBMD hastalarında tipik olarak bildirilen 2,15-2,74 dereceden önemli ölçüde daha büyüktü.7, 16, 19, 20 Bu durum, lezyon ile TERA bölgesi arasında bir geçiş bölgesi görülmesinin JMD’ye özgü olduğunu düşündürmektedir.
Yorum ve Çıkarımlar
Superior yerleşimli TERA’lar, okuma ve mobilite gibi önemli görme görevleri için daha avantajlı görünmektedir. TERA, lezyonun yukarısına yerleştiğinde, skotom alt görme alanında kalır ve bu da okuma sırasında metindeki satırların engel olmadan görülmesini sağlar.21, 22, 23, 24, 25, 26 Superior yerleşimli TERA’ları yaşı daha büyük hastalarda daha sık görmüş olmamız, kortikal adaptasyon mekanizmalarının zaman içinde TERA gelişiminde ve optimizasyonunda rol oynayabileceğini düşündürmektedir.13, 26
Yaş ile TERA-fovea mesafesi arasındaki negatif korelasyon (daha genç hastalarda TERA’ların foveadan daha uzakta yer alması ve görme keskinliğinin daha kötü olması), muhtemelen altta yatan yapısal farklılıkları yansıtmaktadır. Kohortumuzda, genç hastalarda genellikle lezyon boyutları daha büyük ve TERA-fovea mesafeleri daha uzundu; bu iki faktör de EİDGK’nin daha kötü olması ile güçlü korelasyon gösterdi. Bu, genç hastalarda görme keskinliğinin azalmasının sadece yaşa bağlı olmadığını, aynı zamanda santral retinada anatomik bozukluğun daha fazla olduğunu ve fiksasyon adaptasyonunun daha az verimli olduğunu göstermektedir. Beklendiği gibi, lezyon boyutu ve TERA-fovea mesafesinde artış, görme keskinliğinde azalma ile ilişkiliydi. Bu bulgu, hem JMD hem YBMD hastalarında eksantrik TERA’ların değerlendirildiği çalışmalarda daha önce bildirildiği gibi, retinal duyarlılığın foveadan uzaklık arttıkça azaldığını doğrulamaktadır.7, 11, 19, 27
Çalışmamızda superior yerleşimli TERA’ların yaşı daha büyük hastalarda daha yaygın olması, kortikal adaptasyon mekanizmalarının zaman içinde TERA gelişimine ve optimizasyonuna katkıda bulunduğunu düşündürmektedir. Görme ile ilgili kortikal ağların, görme gelişimin kritik döneminin ötesinde bile, değişen girdilere yanıt olarak yeniden düzenlendiğine dair kanıtlar bu yorumu desteklemektedir. Cheung ve Legge13, merkezi görme kaybı olan hastaların hem algısal hem de okülomotor açıdan tekrar kalibrasyon sürecine girdiğini ve bunun da fonksiyonel olarak daha avantajlı TERA’ların gelişmesini sağladığını göstermiştir. Daha yakın tarihli bir çalışmada, Kolawole ve ark.28, eksantrik TERA’ların sadece anatomik olarak belirlenmediğini, aynı zamanda daha üst düzey kortikal işleme ile şekillenen, fonksiyonel olarak optimize edilmiş lokuslar olduğunu göstermek için yüksek çözünürlüklü görüntüleme kullanmıştır. Bu bulgular, JMD hastalarında gözlemlediğimiz yaş ile TERA yerleşiminin değişmesine nörofonksiyonel bir temel oluşturmaktadır.
Rehabilitasyon açısından bakıldığında, TERA lokasyonunun önemli klinik sonuçları vardır. Spontan olarak gelişen TERA’lar suboptimal olabilir (örneğin; stabil olmayan, foveadan uzakta veya retina duyarlılığının azaldığı alanlarda yerleşmiş) ve spesifik müdahaleler gerekebilir. Eksantrik görme eğitimi, görsel görevler için daha efektif periferik retinal lokuslarının kullanılmasını sağlar ve uzun zamandır santral görme kaybı olan hastalarda fonksiyonel rehabilitasyonun temel taşıdır. İlk çalışmalar, TERA kullanımını stabilize etmede ve görmel performansı iyileştirmede davranışsal eğitimin önemini vurgulamıştır.23, 29, 30
Daha yakın zamanda, algısal ve okülomotor egzersizleri birleştiren hedefe yönelik eğitim yaklaşımlarının, stabil bir psödofovea oluşumunu hızlandırdığı gösterilmiştir.24 Bu durum, JMD gibi hastalıklarda TERA optimizasyonuna katkıda bulunan altta yatan nöroplastisite süreçlerine ışık tutmaktadır.31 Bu gelişmelere paralel olarak, mikroperimetri tabanlı akustik biofeedback eğitiminin de santral skotomlu hastalarda TERA stabilitesini ve okuma performansını artırdığı gösterilmiştir.32 Buna ek olarak, prizma kullanımı gibi optik stratejiler, fiksasyonun daha işlevsel açıdan avantajlı lokuslara doğru kaymasına yardımcı olabilir. Bu yaklaşımların JMD için az görme rehabilitasyon programlarına dahil edilmesi hem uzak hem de yakın görme performansını iyileştirebilir.
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Bu çalışmanın bazı kısıtlılıkları vardır. İlk olarak, örneklem büyüklüğü sınırlı retrospektif bir çalışma olduğundan, bulgularımız dikkatle yorumlanmalı ve daha büyük, prospektif kohortlarda doğrulanmalıdır. İkincisi, tüm ölçümler monoküler olarak yapılmıştır. Gerçek yaşam koşullarında, binoküler etkileşimler ve dominans TERA özelliklerini etkileyebilir ve farklı fonksiyonel sonuçlar ortaya çıkabilir. Üçüncüsü, eksantrik fiksasyon alanlarının fonksiyonel kapasitesi hakkında ek bilgi sağlayacak olan desibel cinsinden retina duyarlılığını değerlendirmedik. Dördüncüsü, okuma keskinliği, kritik baskı boyutu, maksimum okuma hızı ve okuma kolaylığı gibi yakın görme performans parametrelerini analiz etmedik. Bu ölçümler, TERA yerleşimi ve stabilitesinin günlük yaşamdaki işlevsel sonuçlarını değerlendirmek için özellikle önemlidir.
Bu nedenle gelecekteki çalışmalarda, geleneksel görme keskinliğinin yanı sıra binoküler değerlendirmeler, detaylı retina duyarlılık haritalaması ve standartlaştırılmış sürekli metin okuma testleri yapılmalıdır. Böyle kapsamlı bir değerlendirme, TERA adaptasyonu ve bunun JMD’deki klinik önemi hakkında daha detaylı bilgiler sağlayacaktır.
Sonuç
Bu çalışma, JMD’de TERA’ların en sık superior veya nazal olarak yerleşim gösterdiğini ve lokasyon ile hasta yaşı arasında anlamlı bir ilişkili olduğunu göstermektedir. Daha genç hastalarda, TERA’lar foveadan daha uzakta ve nazal yerleşimli olma eğilimindedir; bu patern lezyon boyutunun daha büyük, TERA-fovea mesafesinin uzak ve görme keskinliğinin daha kötü olması ile ilişkilidir. Buna karşılık, yaşı daha büyük olan hastalarda TERA’lar daha sık olarak okuma ve mobilite gibi görevler için işlevsel olarak avantajlı olan superior yerleşimlidir. Bu bulgular, TERA’ların yaşa bağlı yer değiştirmesinde ve optimizasyonunda kortikal adaptasyon mekanizmalarının rolünü desteklemekte ve klinik uygulamada bu adaptasyondan yararlanmanın veya bu adaptasyonu yönlendirmenin yararlı olabileceğini vurgulamaktadır. Rehabilitasyon açısından bakıldığında, spontan TERA’lar stabil veya optimal yerleşimli olmadığında, stabil ve etkili bir psödofovea gelişimini teşvik etmek için eksantrik görme eğitimi, kombine algısal-okülomotor protokoller ve prizma relokasyonu gibi optik stratejiler ile hedefe yönelik müdahaleler düşünülmelidir. Bu retrospektif çalışmada yakın görme parametreleri değerlendirilmemiş olsa da, gelecekteki çalışmalarda TERA özelliklerinin günlük yaşamdaki işlevsel sonuçlarını daha iyi yansıtacak okuma performansı ölçümleri yapılmalıdır. Özetle, JMD’de farklı TERA paternlerini ve bunların yaş, lezyon boyutu ve görsel işlev ile ilişkisini tanımak, bu genç hasta popülasyonunda optimal görme sonuçlarına ulaşmak için bireyselleştirilmiş, kanıta dayalı az görme rehabilitasyon stratejileri tasarlamak için gereklidir.


