Değerli Meslektaşlarımız,
Dergimiz 4. sayıdan itibaren Türkçe ve İngilizce olmak üzere, ancak aynı içerikte yayınlanacaktır. Bu yıl içinde dergimize yayınlanmak üzere hem Türkçe hem de İngilizce yazılmış makaleler gönderilmeye devam edecektir. Kabul edilen yazılar Türkçe’den İngilizce’ye veya İngilizce’den Türkçe’ye yazarlardan bir ücret talep edilmeden derneğimiz tarafından profesyonel bir firmaya çevirtilecektir. IThenticate intihal programının uygulanması ve titizlikle yürütülen hakem değerlendirmeleri sonucunda yayın kalitemizde somut bir yükselme sağlanmıştır. Bu çalışmalar sonucunda, Türk Oftalmoloji Dergisi’nin Pubmed uluslararası dizinine girebilmesi için Pubmed Central için başvurunun yapılması bu yıl içinde mümkün olacak ve böylece, 1929 yılından itibaren yayın hayatında bulunan dergimizin hak ettiği uluslararası konuma kavuşması süreci başlamış olacaktır. Bu aşamalara gelinmesinde Türk Oftalmoloji Derneği üyelerimiz tarafından verilen her türlü, ancak özellikle bilimsel destek için teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliriz.
2015 yılı 3. sayımızda ilgiyle okuyacağınızı umduğumuz ve oftalmolojinin farklı çalışma alanlarından ülkemizde yapılan 6 özgün araştırma, 1 derleme, 3 olgu sunumu ve 1 editöre mektup yer almaktadır.
Uçar ve ark.’nın diyabetik retinopati, santral retinal ven ve retinal ven tıkanıklığı ile ilişkili maküla ödemi tedavisinde kullanılan intravitreal triamsinolon asetonidin göziçi basıncı (GİB) üzerine etkisini araştırdıkları çalışmada gözlerin %32,2’sinde basıncın 24 mmHg üzerine çıktığını ve başlangıç GİB 15 mmHg üzerinde olan ve ven oklüzyonu olan hastaların GİB yükselmesi açısından daha fazla risk taşıdığını bildirmişlerdir. (Bakınız sayfa 86-91)
Diyabetik maküler ödem (DMÖ), diyabetes mellituslu hastalarda görme keskinliğini azaltan nedenlerin başında gelmektedir. DMÖ, optik koherens tomografide süngerimsi retinal sişme, kistoid maküler ödem, seröz maküla dekolmanı ve vitreomaküler arayüz anormallikleri olmak üzere farklı morfolojik paternler göstermektedir. Yaya ve ark.’nın DMÖ tanısıyla takip edilen hastalarda seröz maküla dekolman sıklığını ve epidemiyolojisini araştırdıkları retrospektif çalışmada 104 hastanın 54’ünde seröz maküla dekolmanı tespit edilmiş, seröz maküla dekolmanı olan ve olmayan grup arasında cinsiyet, yaş, ortalama diyabet süresi ve tedavi öncesi görme keskinlikleri arasında fark bulunmazken, seröz maküla dekolman grubunda sistemik hipertansiyon istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur (p=0,04). (Bakınız sayfa 92-96)
Asena ve ark.’nın femtosaniye laser yardımlı katarakt ve refraktif lens değişimi cerrahisinde intraoperatif komplikasyonları değerlendirdikleri çalışmalarında hiçbir gözde vakum kaybı ya da ön kapsül yırtığı olmamış, gözlerin %23’ünde küçük ön kapsül etiketleri, %14’ünde serbest kapsülotomi, %60’ında mikroadezyonlarla birlikte parsiyel tamamlanmış kapsüloreksis, 3 gözde (%6) inkomplet kapsüloreksis ve sadece 1 gözde arka kapsül yırtılması görülmüştür. Yazarlar yeni bir teknoloji olan femtosaniye laserle yapılan katarakt ve refraktif lens değişimi cerrahisinin öğrenme döneminde bile güvenli olduğunu bildirmişlerdir. (Bakınız sayfa 97-101)
Kontakt lens satışının göz doktoru tarafından yazılmış reçeteye uygun olarak gözlükçüler tarafından yapılması gerekmektedir. Ancak ne yazık ki pratik uygulamada kontakt lensler çoğu zaman kontrolsüz olarak satılmaktadır.
Sundu ve ark.’nın Mersin il merkezinde çalışan gözlükçülerin kontakt lens satışına ve kullanımına bakış açılarının değerlendirildiği anket çalışmalarında gözlükçülerin %78,9’unun reçetesiz kontakt lens satışı yaptığı, %25’inin aynı zamanda kontakt lensi uyguladığı, %75’inin kontakt lensle ilgili eğitim almadığı ve %65’inin bilgi düzeylerini yetersiz bulduğu saptanmıştır. (Bakınız sayfa102-104)
Orbita kavernöz hemanjiomları erişkinlerde en sık rastlanan benign orbita tümörüdür ve tüm orbita kitlelerinin yaklaşık %5’ini oluşturmaktadır. Orbita kavernöz hemanjiomları genelde kadınlarda ve ortalama 30-50 yaş arasında ortaya çıkmaktadır.
Nesirov ve ark.’nın orbita kavernöz hemanjiomlarını değerlendirdikleri çalışmalarında 32 olgunun 21’inde MRG incelemesinde T1A ağırlıklı görüntülerde kasa göre izointens, T2A ağırlıklı görüntülerde ise kasa göre hiperintens sinyal özelliğinde orbital kitle izlendi ve genellikle heterojen kontrast tutulumu mevcuttu. En sık yerleşim intrakonaldı. Bir hasta dışında tüm olgularda cilt yoluyla ön orbitotomi ile tümör tek parça olarak çıkartılmış ve takiplerinde rezidü/nüks kitleye rastlanmamıştır. (Bakınız sayfa 105-110)
Non-arteritik iskemik optik nöropati (NAİON), optik sinirin ön kısmını besleyen küçük damarların tıkanıklığından kaynaklandığı düşünülen, akut veya subakut bir optik nöropatidir ve 50 yaş üzerinde görülen akut optik nöropatilerin en sık sebebidir.
Dağ ve ark.’nın Heidelberg Retina Tomografi II (HRT) cihazı kullanarak yaptıkları çalışmalarında tek taraflı NAİON geçirmiş olguların sağlıklı diğer gözlerinde, disk alanı, çukurluk alanı, çukurluk hacmi, C/D alan oranı (vertikal ve lineer) ve çukurluk derinliği normal gözlere oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede küküçük saptanmıştır (p<0,05). (Bakınız sayfa 111-114)
Çeliker ve Şahin ‘’Kalp Nakli Sonrası Gelişen Oftalmolojik Sorunlar’’ başlıklı derlemelerinde yüksek dozda immünosupresif ajan gerektiren kalp nakillerinden sonra gelişebilecek katarakt, göz enfeksiyonları, oküler yüzey hastalıkları, steroid glokomu, retinopatiler (santral seröz koryoretinopati, santral retinal ven oklüzyonu, kistoid maküler ödem, retinal vaskülit, hipertansif değişiklikler, koryoretinal skarlaşma), intraoküler lenfoma ve fitizis bulbi gibi komplikasyonları ayrıntılı olarak tartışmışlar ve organ nakli hastalarında dikkatli ve düzenli göz muayenesi yapmak gerektiğini vurgulamışlardır. (Bakınız sayfa 115-118)
Adenovirüsler viral konjonktivitlerin en sık nedenini oluşturmaktadır ve kornea tutulumuna bağlı olarak ciddi morbiditeye neden olabilmektedir. Kocabeyoğlu ve ark.’nın adenoviral keratokonjonktivite bağlı subepitelyal infiltratları olan üç hastanın klinik ve in-vivo konfokal mikroskopik (İVKM) özelliklerini tanımladıkları olgu sunumlarında bazal epitel hücreleri ve ön stromada hiperreflektif inflamatuar hucreler ve subepitelial alanda dendritik hucre infiltrasyonu saptamışlardır. Subbazal sinirler, arka stroma ve endotelde hücre morfolojisi, reflektivite ve hucre yoğunlukları normal bulunmuştur. (Bakınız sayfa 119-121)
Sifiliz bir spiroket olan treponema pallidum tarafından cinsel yolla, transplasental yolla ya da açık lezyondan temas ile bulaşan, deri, kalp, damarlar, santral sinir sistemi gibi birçok organı ve sistemi etkileyebilen kronik bir hastalıktır. Akıncıoğlu ve ark. başka bir sistemik rahatsızlığı olmayan ve dermatolojik veya nörolojik açıdan herhangi bir bulgu tespit edilemeyen akut bilateral bir sifilitik üveitli olguyu tartışmışlardır. Her iki gözde bulanıklıkla başvuran ve sağ gözde arka tutulum, sol gözde ise panüveiti bulunan hastaya sifilis tanısı venereal disease research laboratory (VDRL) ve treponema hemaglutinasyon testi ile konulmuştur. (Bakınız sayfa 122-124)
Sessiz sinüs sendromu (SSS) nadir görülen tek taraflı enoftalmus, hipoglobus ve asemptomatik maksiller sinüzit ile karakterize bir durumdur. Osteomeatal açıklığın tıkanması sonucu maksiller sinüsün sekonder hipoventilasyonu sonucu gelişir.
Gökmen ve ark. 6 aydır ara ara gözlerinde küçülme şikayetleri olan bir hastanın çekilen orbita tomografisinde sağ taraftaki maxiller sinüsün osteomeatal açıklığında tıkanıklık ve tabanında aşağıya doğru çekilme görülmesi üzerine sağ nazal meatustan endoskopik sinus cerrahisi ile antrostomi uygulamışlar ve pulan materyali drene etmişlerdir. (Bakınız sayfa 125-127)
Saygı ve Sevgilerimizle
Editöryel Kurul